Sır saklamak bir irade imtihanıdır Bu imtihanı kazanmayan hayatta hiçbir imtihanı kazanamaz | Hazreti Ali

29 Mart 2019 Cuma

FEYİZLİ VE BEREKETLİ GECE MİRAÇ KANDİLİ


سُبْحَانَ الَّـذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir." (İsra :1)

MİRAÇ NEDİR?

Kıymetli Dostlar Allah’ın emriyle Peygamber Efendimiz (sas)’in rûhen ve bedenen, Burak isimli semavî bir binite binerek Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan Kudüs’teki Mescid–i Aksa’ya (Beytü’l–Makdis) kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna İsra oradan da bir mi’râcla (manevî asansör) yedi kat göklere yükselip Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıpRefref denilen ledünnî binitle Allah’ın huzuruna varıp O’nun Zât–ı Akdes’ini yakînen müşahede etmesi ve zaman–mekân üstü konuşması olaylarına Mi’râc denilir.

Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayı. Mirac olayı hicretten bir yıl ya da on yedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis ayrıntılı biçimde anlatılır.

Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip göğsünü yardı, kalbini Zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adlı bineğe bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılandı. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırdı.

Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başladı. Göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüştü. Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldı. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adlı başka bir binekle yükselişini sürdürdü. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede etti. 

Sonunda Allah'ın huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların Cennet'e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farı kılındı. Yeniden Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndürüldü.

Değerli Dostlar Mirac Gecesinin ertesi günü , Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sınadılar.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Mirac olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Sıddîk" lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur" cevabını vermişti.

Ahad hadislere dayansa da Mirac olayının gerçekliğinde tüm müslümanlar birleşmişlerdir. Ancak olayın gerçekleşme biçimi İslam bilginleri arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Buna göre İbn Abbas'ın da içinde bulunduğu bazı bilginlere göre Mirac olayı uykuda gerçekleşmiştir.

Bilginlerin büyük çoğunluğuna göre ise uyku durumunda ve rüyada değil, uyanık iken gerçekleşmiştir. Fakat bu görüşü savunanlar da Mirac'ın yalnız ruhla mı, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi olduğu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Sonraki Kelamcıların büyük çoğunluğuna göre mirac olayı uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir. 

MİRAÇ KANDİLİNİ NASIL İHYA ETMELİYİZ ?

Aziz Dostlar Evvela şunu ifade edelim kandil gecelerine mübarek gün ve gecelere özgü has hiç bir ibadet şekli kuran ve sünnette yoktur bunu unutmayalım

1)Miraç Kandili gecesinde eğer mümkünse vaktimiz de müsait ise bu geceyi özellikle yatsı ve sabah namazını camide geçirelim camide cemaatle ifa edelim inşallah Zira evde kılınan namazla camide kılınan namaz arasında yirmi yedi derecelik bir sevap olduğunu bilmekteyiz

Hazreti Osman'dan Rivayet edilen bir hadisi şerifte sevgili peygamberimiz şöyle buyurmuştur

Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin yarısını ibadetle ihya etmiş gibi olur Kim de sabah namazını cemaatle kılarsa gecenin tamamını ihya etmiş gibi olur”

(Müslim Mesacid 260)

Burada şu hususu'da arz etmekte fayda görüyorum sadece sabah namazını veya yatsı namazını camide kılıp diğer namazları evde veya bulunduğumuz yerde iş yerinde kılacağız diye bir kaide yoktur Vakti müsait olan mümin kardeşlerimiz tüm namazlarını camide eda edebilirler bunu sadece bir veya iki namazla sınırlandırmak yanlış olur notunu da düşelim 

2)Bu mübarek günde miraç kandilinde Allah rızası için nafile oruç tutalım Recebi şerif ayının 26. ve 27. günlerini oruçlu geçirelim bu şekilde geçirenler sevap kazanırlar şayet tutmaya gücü yetmeyen kardeşlerimiz bu sevaptan mahrum kalırlar kandillerde oruç tutmak şart değildir bu oruçlar nafile oruçtur arzu eden kardeşlerimiz bu nafile orucu tutarlar bir evveliyle veya bir gün ahiriyle de tutmalıyız 

3)Miraç kandilinde kandil gecesinde sevgili peygamberimiz hazreti muhammed mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimize bol bol salatu selam getirelim en azından bir tespih ve daha fazlası salatu selam çekelim 

Rabbimizi ve Peygamber efendimizi zikredelim hatırlayalım zikrin sayısı olmaz Allah'ı ve Peygamberi zikretmenin rakamsal bir değeri ve sayısı yoktur unutmayalım

4)Miraç kandilinde kuranı kerim okuyalım manası üzerinde incelikleri üzerinde tefekkür tezekkür tekebbür edelim varsa kaza namazı kılalım nafile namaz kılalım ilimle meşgul olalım başta ümmeti muhammed olmak üzere bol bol dua edelim 

5)Miraç kandilinde kandil münasebetiyle muhasebe yapalım günahlarımızın kusurlarımızın af ve mağfiret olması için tevbe ve istiğfarda bulunalım rabbimizden af ve mağfiret dileyelim en azından bir tespih ve daha fazlası Estağfurullah çekelim

6)Müminlere beş vakit namaz miraç kandilinde miraç gecesinde farz kılındı yani hediye olarak gönderildi bu mübarek gecede gündüz ve gece bol bol namaz kılalım beş vakit namazımızı eda edelim kazaya bırakmayalım nafile namaz kılalım varsa namaz borcumuz bir günlük kaza namazı kılalım

MİRAÇ HEDİYELERİ

1)Beş vakit namaz

2)Bakara suresinin son iki ayeti (Amenerrasulü)

3)Şirk koşmayanların af edileceği

Birde bunlara ilaveten Bir diğer hediye de,Mi’rac gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki EtTahiyyâtü diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’racda Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir durumu namaz kılanları mazhar etmektedir.

Cenabı hak miraç kandilinde yapacağınız tüm ibadetlerimizi dualarınızı niyazlarınızı namazlarınızı oruçlarınızı yüce dergahında ahseni kabul ile kabul ve makbul eylesin inşallah

Miraç Kandilinin Memleketimiz ülkemiz milletimiz vatanımız ve alemi İslam için hayırlara huzurlara barış ve esenliğe vesile olmasını cenabı mevladan niyaz ederim

Dua Eder Dua Beklerim inşallah

Miraç Kandiliniz Mübarek Olsun

Hayırla Kalın Allah'a emanet olun

Cenabı hak yar ve yardımcınız olsun

Allah'ın selamı rahmeti bereketi mağfireti ikramı ve ihsanı üzerinize olsun

Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı Twitter.com/@Salihkebapcii

18 Mart 2019 Pazartesi

İSLAM DİNİNDE KADININ EĞİTİM ÖĞRETİMİ


Kıymetli Dostlar İslâm, kadın erkek bütün insanların eğitilmesine ehemmiyet verir. Ayrım yapmamaktadır Kur’ân-ı Kerîm ayrım yapmadan bütün mü’minlere okumayı, tefekkür etmeyi, araştırmayı, kalemi, kitabı, yazıyı ısrarla tavsiye ve emreder

Allah Rasûlü (s.a.v) öncelikle kendi hanımlarının tâlim ve terbiyesiyle yakından meşgul olurdu. Her sabah mescidden çıktıktan sonra ve her ikindi namazını müteâkip, hanımlarını tek tek ziyaret ederek kısa bir müddet onlarla sohbet ederdi.

Akşamları ise bütün âile efrâdı, yanında kalacağı hanımının odasına gelerek Rasûlullah’tan feyz alırlardı. Daha sonra da herkes odasına çekilirdi. (Müslim, Radâ‘, 46; Ahmed, VI, 107, 157)

Onların, hanım hocalardan istifâde etmelerini de temin ederdi. Şifâ bint-i Abdullah (r.a.) şöyle anlatır: Ben Hafsa’nın yanındayken Rasûlullah (s.a.v) yanımıza geldi ve bana

“−Buna yazıyı öğrettiğin gibi nemle tedavisini de öğretir misin?” buyurdu. (Ebû Dâvud, Tıb, 18/3887)

Aziz Dostlar

Daha önce insanlar kız çocuğuna sahip olmayı utanç vesilesi sayarken Allah Rasûlü (s.a.v) onları yetiştirmeyi cenneti kazanma yolu olarak göstermiştir

Her kim üç kız çocuğunu veya kızkardeşlerini himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lütuf ve ihsanlarını devam ettirirse, o kimse cennetliktir.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121/5147; Tirmizî, Birr, 13/1912; Ahmed, III, 97)

Bir başka hadîs-i şerîfte de Rasûlullah (s.a.v)

Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben, şöyle yanyana bulunacağız”buyurmuş ve parmaklarını bitiştirmiştir. 

(Müslim, Birr, 149; Tirmizî, Birr, 13/1914)

Bir erkeği terbiye ettiğinizde bir insanı yetiştirmiş olursunuz. Bir kadını terbiye ettiğinizde ise bir âileyi, hatta toplumun büyük bir bölümünü yetiştirmiş olursunuz. Bunun aksine terbiyesine ihtimam gösterilmemiş bir kadın, topluma büyük zararlar verir, etrafındaki pek çok insanı ahlâksızlığa sürükler.

Bir kadın Peygamber Efendimiz’e gelip

“−Ey Allah’ın Rasûlü! Sizin sözlerinizden hep erkekler istifade ediyor. Biz kadınlara da bir gün ayırsanız, o gün toplansak ve Allah’ın size öğrettiklerinden bize öğretseniz!” demişti. Rasûlullah (s.a.v)

“−Peki, şu gün şurada toplanınız!”buyurdu.

Kadınlar toplandılar. Nebî (s.a.v) de gidip Allah’ın kendisine bildirdiği şeylerden onlara öğretti. (Buhârî, İ’tisam 9; Müslim, Birr, 152)

Peygamber Efendimiz’e Kur’ân inzâl buyrulduğunda onu önce erkeklere, daha sonra da kadınlara okurdu. (İbn-i İshâk, s. 128)

Bayram hutbesinde erkeklere Allah’tan korkmayı ve O’na itâati emreder, vaaz edip ilâhî hakîkatleri hatırlatır, sonra kadınların olduğu tarafa giderek onlara da aynı şekilde vaaz u nasihatta bulunurdu. (Müslim, Iydeyn, 4)

Hanım sahâbîler, karşılaştıkları problemlerin çözümü ve akıllarına gelen soruların cevabını alabilmek için her zaman Allah Rasûlü’ne başvurma imkânına sahiptiler.

Zira Rasûlullah (s.a.v) onlara değer verir ve sorularına mukabelede bulunur, problemleriyle ilgilenirdi. (Müslim, Fezâil 76; Ebû Dâvûd, Edeb 12)

Âişe (r.a.) şöyle der

Ensâr kadınları ne iyi kadınlardır. Hayâları onları dînî meseleleri derinlemesine öğrenmekten alıkoymamıştır.” (Müslim, Hayz, 61)

Sevgili Dostlar

Allah Rasûlü (s.a.v), kendisi ile beraber Hz. Âişe vâlidemiz ve diğer ezvâc-ı tâhirâtı da kadınların eğitimi için vazîfelendirdi. Nitekim kadınlar, hayâ ettikleri bazı meselelerini her zaman rahatlıkla Efendimiz’e soramazlardı.

Böyle bir durumda Peygamber Efendimiz’in zevcelerini elçi olarak kullanırlardı. Bizzat sordukları bazı suallere Allah Rasûlü (s.a.v) engin hayâsı sebebiyle kinayeli cevaplar verdiğinde, geniş açıklamayı yine vâlidelerimizden alırlardı.
Bu sâyede sahâbîler ve daha sonraki nesiller arasında dini iyi bilen âlim kadınlar yetişti ve bir çok dinî hükmün sonraki nesillere intikalinde mühim hizmetler îfâ ettiler.

Başta Peygamber Efendimiz’in hanımları olmak üzere birçok kadın sahabî Allah Rasûlü’nün hadislerini öğrenip nakletme, fıkıh gibi konularda temayüz etmişlerdir. Öyle ki Hz. Âişe annemiz en çok hadis rivayet eden (müksirûn) yedi sahabîden biridir. Ayrıca o, fıkıh, şiir, nesep ve tıp ilimlerinde de mütehassıstır. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 360)

Dolayısıyla İslâm tarihinde kadınlar ilim ve kültür hayatında oldukça mühim bir yer işgal etmişlerdir. Dinimiz kadınların okumasına okutulmasına eğitimine çok büyük önem vermiştir

Kadını ikinci sınıf insan olarak göstermeye çalışanlar dinimizin kadının eğitimine okumasına ilim irfan sahibi olmasına karşı olduğunu göstermeye çalışmışlardır ve unutmayalım ki bir kısım kitap mektep yüzü görmemiş olan alim görünümlü cahiller bu savı sürdürmeye devam edeceklerdir.

Hadiste geçen “nemle: karınca” kelimesi insanın iki yanında veya vücudunun diğer yerlerinde çıkan bir tür yaraya verilen isimdir

Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun

Cenabı Hak Yar Ve Yardımcınız Olsun

Allah'ın Selamı Rahmeti Bereketi Mağfireti İkram Ve İhsanı Üzerinize Olsun

Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı

Twitter.com/@Salihkebapcii

12 Mart 2019 Salı

HAYAT MUCİZESİ KURAN REÇETESİ


Kıymetli Dostlar 
Aziz Ve Asil Kardeşlerim
Kur’ân-ı Kerîm, insanlara Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir saadet ve iki dünya kurtuluş mektubudur. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm, insanları nasıl daha iyi insan olacakları, bu iki dünya mutluluğuna nasıl kavuşacakları hususunda rehberlik eder.

Tek cümleyle ifade etmek gerekirse, insanın Allah’la, kendisiyle, başka insanlarla ve kâinâtla nasıl bir irtibat kuracağını düzenler. Başka bir ifadeyle Kur’ân, insana kendisini ve yaşadığı/yaşayacağı dünyayı tanıtır. Bunu yaparken onun ihtiyacı olan her şeyi eksiksiz olarak kendisine verir.

Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’i kendisine rehber edinen, onun ışığında kâinâta, hâdiselere, insanlara bakan başka bir rehbere ihtiyaç duymaz. Bu cümlemizden, peygamberlerin “örnek olma” vasfını göz ardı ettiğimiz veya sadece Kur’ân-ı Kerîm üzerinde yapılan dil ve edebiyat vb. araştırmaların insanı teknoloji ve bilimde ileri götüreceği mânâsı çıkmamalıdır. Kur’ân-ı Kerîm, insanın hayat anayasası gibi, temel umdelere işaret eder.

Bu mânâda peygamberlerin, bilhassa Peygamber Efendimizin “üsve-i hasene” oluşuna ve onlara vahiy çerçevesinde indirilmiş pratik hayat ölçülerinde tereddütsüz ve pazarlıksız uyulmasına da işaret eder; kâinâta tefekkürle bakıp onu ihyâ, îmar ve tezyin etmeye de
Kur’ân-ı Kerîm, daha önce indirilmiş ve insanlar tarafından değiştirilerek tahrife uğramış, hükümleri artık rafa kalkmış (nesh edilmiş) ilâhî kitap ve suhuflardan insanları müstağnî kılar.

Onların varlığını tasdîk etmekle birlikte, artık hükümlerinin geçersiz olduğunu ve dinin Kur’ân-ı Kerîm’le kemâle erip tamamlandığını bildirir. Bu noktadan sonra geriye dönüp bakmak, eski ilâhî dinlerin (şer’u mâ kablenâ) peşinde koşmak, insandan kabul edilmeyecektir. Çünkü Allah katındaki tek geçerli din, İslâmiyet’tir.

Değerli Dostlar

Bu çerçevede, Kur’ân-ı Kerim’in neler anlattığına da kısaca göz atacak olursak; onun en temel meselelerinin îman, ibadet, muâmelât ve güzel ahlâk olduğunu tesbit edebiliriz. Ayrıca devletler hukuku, bir devletin nasıl yönetileceği, ukubât (cezâ hukuku), savaş ve barışla ilgili pek çok âyet-i kerîmeye de rastlarız.

O hâlde Kur’ân, sadece kul ile Allah arasında, başka bir ifadeyle evle mescid arasında yaşanacak bir din vaz’ etmez. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’in öğrettiği İslâm, vicdanda yaşanan, kişiyle Allah arasında ve îman-güzel ahlâktan ibaret “lâik” bir din de değildir.

O, hayatın içinde, her ân her şeyi gören, bilen, her şeye hükmeden, her şeyi her ân idare ve terbiye eden, yaşatan ve öldüren bir “Rab”den haber verir.

Mü’minler, böyle bir “Rabb”in hükümlerini öğrenip yaşamak; hayata geçirip yaşatmak zorundadırlar. Bu, onların îmanının gereğidir.

Kur’ân-ı Kerim’in her âyetinde, Allâh’a giden bir irtibat (link) vardır. Allah, kâinâtı ve insanı var eden tek ve mükemmel yaratıcının “özel adı”dır. Bunun dışında pek çok isim ve sıfatı bildirilen Allah, müteâldir. Yani bütün üstün (kemâl) sıfatlarla muttasıf; bütün eksik, hata ve noksanlardan uzaktır.

O, kız veya erkek evlat edinmemiş, bir anne-babası olmayan, sonradan meydana gelmemiş ve varlığının nihayeti bulunmayan Rahman’dır. Bütün zıt sıfatlar, onda toplanır. O, hem yaratan, hem öldürendir. Hem hidâyete erdiren, hem de dalâlete (sapıklığa) sevk edendir.

İlim, hikmet, kudret vb. birçok sıfata sahip olduğu gibi, “istediği gibi hükmetme” hak ve selâhiyetine sahiptir. İnsanların toplanıp yaptıklarından hesaba çekilecekleri “din gününün sahibi”dir.

O, melek, cin ve insanları yaratmış, onların her türlü ihtiyacını karşılayan, duâlara icâbet eden, bilinen ve bilinmeyen bütün “âlemlerin Rabbi”dir. Kendisinin benzeri, ortağı, yardımcısı, vekili yoktur.

O dilediği kulunu (melek, insan vb.) çeşitli vazifelerle vazifelendirir; dilerse onlar eliyle kâinâtı sevk ve idare eder. Dilerse, tek başına “Ol!” demek sûretiyle her şeyi yaratabilir. Mutlak güç ve kudret O’ndadır.

Her şey O’nundur ve işler dönüp dolaşıp O’na varır. Hiçbir şey O’na benzemez, O’nun var olması ve varlığını devam ettirmesi için hiçbir şeye ihtiyacı da yoktur.

Allah, insanları hidâyete ulaştırmak ve kendisini tanıtmak için suhuf (sahife) ve ilâhî kitaplar göndermiştir. Bunu Cebrâil adında bir melek vasıtasıyla insanlar arasından seçtiği nebî ve rasûllere teslim etmiş; bu peygamberler de hem bizzat îman edip tatbik etmek sûretiyle bu ilâhî emirleri hayata geçirmiş, hem de insanlara bu vahiylerin nasıl uygulanacakları hususunda örnek olmuşlardır.

Gayb dediğimiz, kendi imkân ve ölçülerimizle bilemediğimiz bir âlem vardır. Melekler, cinler ve kıyâmet, cennet, cehennem gibi ileride karşımıza çıkacak hâdiseler; bu gayb âleminin birer parçasıdır. Biz, vahiy ve peygamberlerin tebliğleri ile bu âlemlerden haberdar olduk. Onların anlattığı kadarıyla bu âlemin özelliklerini bilir ve îman ederiz.

Aziz Kardeşlerim Kur’ân-ı Kerîm’in üzerinde durduğu en temel inanç esaslarından birisi de âhirete îmandır. Âhiret günü, ölümle tamamlanan dünya hayatından sonra başlar. Kişiler, kıyamet kopana kadar mezarda “kabir hayatı” yaşarlar. Ardından İsrâfil -aleyhisselâm-’ın üflediği sûrla ikinci ve sonsuz bir hayat başlar.

Bu hayat, insanların dünyada yaptıklarının ortaya konduğu o çetin hesap gününün ardından başlar ve bu noktadan sonra, yol ikiye ayrılır:
İnsanların bir kısmı, yaşadıkları güzel hayat neticesinde sevapları ağır basar bir vaziyette sağ ve ön tarafından “amel defterleri”ni alırlar ve sonsuz mükâfât yurdu olan cennete giderler.

İkinci gruptaki insanlar ise, Allâh’ı inkâr etmeleri, günahlara batmaları ve insanların haklarını gasb etmeleri sebebiyle “amel defterleri”ni sol ve arka taraflarından alırlar ve cehenneme sürüklenirler.

Burada bitmez tükenmez bir azab ve cezâlandırma vardır. İçten Allâh’a inanmayıp da kendisini mü’minlerin arasında saklayan “münâfıklar” ile “kâfirler” bu cehennem azâbından hiçbir şekilde kurtulamazlar.

Mü’minlerden günahkâr olanlar da cehenneme girer, fakat onların azapları sonsuza kadar devam etmez. Ateş, onların günah kirlerini temizledikten sonra cennete kavuşurlar ve orada sonsuza kadar kalırlar.

Kur’ân-ı Kerim, Allâh’a boyun eğilerek, O’nun rızâsı gözetilerek yapılan her hayırlı işin “sâlih amel” ve “ibâdet” olduğunu öğretir. Ancak namaz, zekât, oruç, hac ve benzeri birtakım ibadetlerin günü, saati ve belirli özellikleri vardır.

Bu ibâdetlerin bütün vasıfları, Kur’ân-ı Kerîm’de yer almaz. O, bazen teferruat kabîlinden birtakım prensiplere (abdest, teyemmüm vb.) girmekle beraber uygulamanın nasıl olacağını Peygamber Efendimizin tatbikâtına bırakmıştır.

İnsanların birbiriyle münâsebetlerini düzenleyen birtakım kaideler de Kur’ân-ı Kerîm’in ele aldığı konulardandır. Mü’minlerin kendi arasındaki muâmeleleri, güzel ahlâk esasları, evlilik, boşanma, miras, ticâret vb. hükümlerin yanı sıra; mü’minlerin gayr-ı müslimlerle muâmeleleri hususunda da ölçüler konulmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin bir kısmının Müslümanların zayıf olduğu Mekke döneminde, bir kısmının da devlet ve hâkimiyetlerinin bulunduğu Medîne döneminde indirildiği göz önünde bulundurulduğunda; bu hükümlerin tatbiki, kıyamet gününe kadar devam etmektedir.

Müslümanlar, zayıf ve çâresiz olduğu dönemlerde, Mekkî âyet ve sûrelerin hükümleri daha çok öne çıkar; güç ve iktidara kavuştukları dönemlerde ise, Medenî âyetlerin tatbik edilmesi daha büyük önem arz eder.

Ancak Kur’ân-ı Kerîm tamamlanmış bir kitaptır. Dolayısıyla biz Mekke dönemi şartlarını yaşıyoruz, o hâlde Medenî âyetlerin (içki, kumar, cihad, fâiz vb.) hükmü bizim için geçerli değildir, diyemeyiz. Bu, sadece uygulamada tedrîcîlik (kademe kademe ilerleme) ilkesinin insan fıtratına ve hayat şartlarına (maslahata) uygun tatbik edilmesi demektir.

Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde durduğu en önemli esaslardan birisi de “insanın iç dünyası” yani psikolojisidir. Onun kalbindeki cimrilik, kıskançlık, hased, acelecilik vb. hastalıkların neticeleri âdeta bir laboratuar titizliğinde ele alınır. Mü’min, kâfir, fâsık, münâfık gibi çeşitli şahıslar üzerinden; insanın iç dünyası tahlil edilir.

Kevnî âyetler adı verilen; güneş, ay, yıldızlar, yeryüzündeki dağlar, bitkiler, hayvanlar ve Allâh’ın kâinâtı idare ederken kullandığı değişmez prensipler (âdetullah, sünnetullah) Kur’ân-ı Kerim’in diğer önemli mevzuudur.

O, bunları müsbet ilimlerin tekniği ile deney ve araştırma yapmak tarzında değil, Allâh’ın varlığının işaretleri (âyetler) olarak ele alır. İnsanlara, yaşadıkları bu çevre üzerinden ibret ve tefekküre götüren dersler verir.

Cenabı hak kuranı kerimi en güzel şekilde rabbimizin kelamını okumayı öğrenmeyi anlamayı yaşamayı ve neslimize yaşatmayı cümlemize nasip eylesin inşallah

Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun

Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar

Salih Kebapçı Twitter.com/@Salihkebapcii

6 Mart 2019 Çarşamba

MÜMİNLERİN BAHARI MANEVİ TİCARET VE BEREKET MEVSİMİ ÜÇ AYLAR


Kıymetli Dostlar Bizleri bir kez daha feyizli bereketli manevi ticaret mevsimi olan üç aylara sıhhat afiyet ve huzur içerisinde ulaştıran kavuşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun

1)Kur'an-ı Kerîm'de ismi açıkça zikredilen ay yalnız Ramazan' dır. Bunun dışında aylarla (hatta günlerle) ilgili ifadeler "Malum (bilinen) günler" "Onlardan dördü haramdır.""Haram aylar" şeklinde kapalıdırlar.

"Üç aylar" ifadesi Kur’an ve Sünnet’te yer almaz. Kur’an’da Araplar arasında bir örf olarak savaşmanın haram kabul edildiği dört aya (Zilkade, Zilhicce, Muharrem , Receb) gönderme yapılır.

2)Bu dört haram aydan bir tanesi de (halkımızın üç aylar olarak isimlendirdiği ayların ilki olan) Receb ayıdır. Receb ayında özel olarak oruç tutma ile ilgili herhangi bir sahih hadis mevcut değildir.

Receb ayında Regâib ve İsra (mi'rac) gibi iki mübarek gece bulunmaktadır. Regâib, Receb'in ilk Cuma gecesidir. Rağbet olunan kıymetli şeyler, bol bol ihsan ve çok çok feyiz manalarına gelmektedir

Regaib'e, Allah'ın mümtaz kullarına ihsan ve ikramı büyük olduğundan bu isim verildiği söylenmektedir. Bu nedenle asırlardır müslümanlar bu geceye önem vermişler ve feyiz ve bereketinden yararlanmaya çalışmışlardır.

3)"Receb ayının fazileti ile ilgili veya bu ayda tutulacak orucun, o ayın belirli bir zamanında tutulacak orucun, belirli bir gecede yapılacak ibadetin fazileti ile ilgili olarak hüccet olmaya elverişli hiçbir sahih hadis bulunmamaktadır."

Bununla birlikte Receb ayının başlangıcında dua etmenin ilk dönemden itibaren biliinmektedir. Nitekim, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edilir Şu beş gecede yapılan dua reddedilmez: [Perşembeyi Cumaya bağlayan] Cuma gecesi, Receb ayının ilk gecesi, Şaban ayının ortasındaki [Berat] gece[si] ve iki bayram [öncesindeki arefe] gecesi."

Receb ayı da haram aylardan birisi olması hasebiyle bu ayda oruç tutmanın, tıpkı diğer haram aylarda olduğu gibi faziletli olduğu söylenebilir. Yine bu ayın ilk gecesinde dua etmenin kabule vesile olduğu inancıyla dua edilir

Sahih rivayetlerde Peygamberimizin Ramazan ayı dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmediği, en çok Şaban ayında oruç tuttuğu belirtilir. (Buharî, Savm, 51; Müslim, Sıyam, 175)

Aziz Dostlar

Dolayısıyla bir Müslümanın, Ramazan ayı dışında peygamberimizin diğer hadislerindeki tavsiyeleri de göz önünde bulundurularak “Muharrem” ve “Şaban” aylarında diğer aylara göre daha çok oruç tutması sünnete en uygun davranıştır.

Ancak Ramazan ayına dinç bir şekilde girebilmek için Şaban’ın ikinci yarısından sonra oruç tutmak tavsiye edilmemiştir.Halkımız arasında kandil geceleri olarak bilinen zaman dilimleri ile ilgili olarak genel bir ifadeyle şunu belirtmek gerekir

4) Bizzat Kur’an’da adı geçen Kadir gecesi de dâhil olmak üzere bu gecelerin hiçbirine dair özel bir ibadet şekli söz konusu değildir. Sahih kaynakların “hiçbirinde” özel bir namaz şeklinden söz edilmemiştir.

Reğâib” gecesi adı verilen gecede kimileri tarafından kılınan ve "reğâib namazı" adı verilen namazla ile ilgili hadislerin “tamamı” dört mezhebe mensup muhakkik hadis ve fıkıh âlimleri tarafından “uydurma” ve "bid'at" olarak kabul edilmiştir.

Kandil kutlaması” dinin özünde değil halkın örfünde bulunmaktadır. Ramazan ayına hazırlığa vesile saymak, bu konuda bir bilincin uyanmasına vasıta yapmak istiyorlarsa bid’atlara bulaşmadan, dinde olmayan ibadetleri icat ve icrâ etmeden, kardeşliğe vesile kılmalıdır

Bir müslümanın üç ayları en güzel değerlendirme yol ve yöntemi, din konusunda "sahih ilim" ve "sâlih amel"dir. Sahih ilim için bu mübârek zaman dilimlerinde Kur'an' ve sünnet ile içli dışlı olmalı, bilgimizi ve amelimizi arttırmak için gayret göstermeliyiz

Üç Ayları Değerlendirme Yolları 1- İyi Bir Muhasebe, Tevbe ve İstiğfar 2-Kur'ân Üzerinde Çalışma 3- Nafile ibadetleri Çoğaltma 4- Mali İbadetleri Çoğaltma 5- Hz. Muhammed (s.a.)'i Daha İyi Tanımaya Yönelik Çalışma 6- Kazanılanları Kaybetmemeye çalışmak

ÜÇ AYLARA KANDİLLERE ÖZGÜ ÖZEL HİÇ BİR NAMAZ ORUÇ DUA ZİKİR BULUNMAMAKTADIR İFA ETMEKTE OLDUĞUMUZ KULLUK VAZİFEMİZİ ARTIRARAK AYNI İBADETLERİMİZE DEVAM EDEREK ARTIRMAYA ÇALIŞMAK VARDIR BUNUN DIŞINDA YAPACAK BİR ŞEY YOKTUR

1-İyi Bir Muhasebe, Tevbe ve İstiğfar Cenab-ı Hakk'ın "Düşünmez misiniz?" "Umulur ki tefekkür edersiniz" âyetleri ve "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz" hadisi muhasebe'nin önemini ortaya koymaktadır Muhasebe, akıl nimetinin sahibi insanoğlu tarafından hayatın bütün safhasında yapılması zorunlu bir olgudur.

Böylece akıl şeytanca işlerde değil, faydalı ve gerekli yerlerde kullanılmış olacaktır. İyi bir muhasebe (oto kontrol veya nefs muhasebesi) fert ve toplum, hatta ülke ve dünya çapında nice sağlıklı adımların atılmasına yardımcı olacaktır

Eksikleri tesbite ve bilinmeyenleri keşfe götüren bu yol, başkasında eksik ve ayıp aramaya fırsat da bırakmaz Muhasebe, insana kendisini seyretme imkânını sağlayan şeffaf ayna mesabesindedir. Bu iş, din, akıl ve vicdan gibi üç temel ölçünün kabul ettiği prensipler çerçevesinde yapılmalıdır.

Değerli Dostlar

2-Kur'ân Üzerinde Çalışma Bu çalışma, Kur'ân okumayı öğrenme ve öğretme, anlama ve anlatma, yaşama ve yaşatma, düşünme ve düşündürme tarzında çok yönlüdür. Kur'ân üzerinde yapacağımız bu ve benzeri çalışmalara bugün her günden daha çok ihtiyacımız vardır.

Kur'ân bu aylarda nazil olmaya başladığına göre ibadet bilinci içinde Kur'ân üzerinde metodlu çalışmalara öncelik vermeliyiz. Kur'ân "sağlam kulp"ve "Allah'ın ipi" dir. Bu itibarla onun içine girmeden başka bir deyimle Kur'ân dünyasına girmeden İslâm dünyasına girmeniz ve Allah rızasına ve sevgisine ermeniz mümkün değildir.

3-Nafile ibadetleri Çoğaltma Zamanımızda "Üç aylar" kış mevsimine rastlamaktadır. Efendimiz (s a )'in ifadesiyle "kış mü'minin ilk baharıdır" Bu itibarla üç ayları bahara dönüştürmek için namaz, oruç ve benzeri nafile ibadetleri arttırmak gerekir. Zira namaz kötülüklere sed, oruç takva aracıdır. İbadetleri arttırmada şöyle bir yol izlenebilir.

Evvela, farz olan namaz ve oruçların vaktinde edalarına önem verilmeli ve kazaya bırakılmamalıdır. Buna rağmen kaza durumu söz konusu olursa ilk fırsatta o yerine getirilmelidir.

İkinci olarak, namaz ve oruç ile ilgili kazalar tespit edilmeli ve bir yere not edilerek yavaş yavaş ikmal edilmelidir. Kuvvetli ve farzlara tabi olan Revâtib sünnetler hariç kazalar ile meşgul olmak daha uygun bir yoldur.

Üçüncü olarak; namaz, oruç ve benzeri nafileleri çoğaltmaya itina gösterilmelidir.

Oruçta, Pazartesi ve Perşembe, kameri ayın 13,14 ve 15 günleri, mübarek gece (kandil)lerin öncesi ve sonrası, bir gün oruç ve bir gün iftar (Savm-ı Davud) veya tamamı şeklinde bir yol izlenebilir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber Receb'in tamamını oruçlu geçirmemiş ama Şa'ban'ın tamamını genel olarak oruçlu geçirmişler ve Ramazan'a birleştirmişlerdir.

Ülkemizde çok yaygın olan üç aylar(ın tamamını aralıksız tutma) anlayışı sünnetlerde yoktur. Buna rağmen tutulması halinde günah da söz konusu değildir. Bilakis sevap vardır. ama bunu kurana veya sünnete dayandırmadan ifa etmek gerekir

Namaz ile ilgili nafilelerde Revâtib sünnetlerden sonra önceliği gece (teheccüd) namazlarına vermek daha iyidir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi gece, üç aylarda vurgulanan üç husustan biridir.

Geceleri değerlendirmenin yegâne yolu namaz değildir. Namazın dışında en güzel gece ibadeti şüphesiz ilimdir.

4-Mali İbadetleri Çoğaltma Öteden beri olgun mü'minler zekatı bu aylardan birinde, özellikle Ramazanlarda vermişlerdir. Sadaka-i fıtır Ramazan'a has bir malî mükellefiyettir. Mali ibadetler şüphesiz bu ikisinden ibaret değildir. Yedirme, içirme, giydirme, borç verme, hayır müesseselerine yardım etme vs. gibi infak kapsamına giren her davranış mali ibadetlerden sayılır.

Cihad âyetlerinde "mallarınızla ve canlarınızla" şeklinde mallara öncelik verilmesi de dikkat çekicidir. Mal konusunda cömert olmayan can konusunda hiç cömert olamaz. Cömert olmayanın da cennette yeri yoktur, işte bu aylar cimrilikten arınmak için birer fırsattır.

5-Hz. Muhammed (s.a.)'i Daha İyi Tanımaya Yönelik Çalışma Üç aylarda meydana gelen olayların kahramânı sevgili Peygamberimizdir. Mübarek geceler onun hayatında vuku bulan önemli olayların ismi olmuş, yüce kitabımız Kur'ân bu aylarda ona nazil olmuştur.

Allah'ın bize örnek insan ve peygamber olarak gönderdiği yine odur. O canlı Kur'ân'dır. O bizim için iman, İslâm, hayat ve cennettir. Onu tanımadan, bilmeden, öğrenmeden, gönlümüze ve önümüze koymadan İslâm'ı ve Kurân'ı tanımak ve yaşamak mümkün değildir

Hz. Muhammed (s.a.) peygamberlikte zirve, insanlıkta modeldir. Onun yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı ana çizgileriyle, hatta kronolojik olarak detaya varan yönleriyle bilinmeden ne huzur ne de felahtan bahsedilemez.

Bu nedenle örnek ve önderimizi en iyi bir şekilde tanımak en güzel ibadettir. O halde ibadet bilinci içinde onu öğrenmeye bir zamanı değil, her ve pir zamanı ayırmak en büyük vazifemizdir.

Sevgili Dostlar

Üç aylarda dinimizi kuranımızı peygamberimizi en güzel şekilde sahih kaynaklarıyla doğru bir şekilde öğreneceğiz şarlatanlara din tüccarlarına inanmayacağız itibar ve itimat etmeyeceğiz Kuran ve sünnet üzerine bir zaman dilimi geçireceğiz inşallah

Kuran ve sünnet ikliminde bir üç aylar geçirmenizi diliyorum üç aylarınız mübarek olsun perşembe günü idrak edeceğimiz regaip kandiliniz mübarek olsun cenabı hak sıhhat afiyet ve huzur içerisinde geçirmeyi cümlemize nasip eylesin inşallah

Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun

Üç Aylarınız Bereketli Ve Mübarek Olsun

Dua Eder Dua Beklerim İnşallah

Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar

Salih Kebapçı Twitter.com/@Salihkebapcii

4 Mart 2019 Pazartesi

GENÇLİK ÜMİDİMİZ


Kıymetli Dostlar 
Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor
Kıyâmet gününde dört şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz: Ömrünü ne için, nerede harcadı? Gençliğini neler için kullandı? Malını nereden kazandı ve nereye sarf etti? İlmiyle ne amel yaptı?” (Tirmizî, Kıyâme, 1)

Ömrünü nerede harcadı, maddesinden sonra ömrün gençlik çağını ayrıca bahis konusu etmesi ile; gençlik çağında elde bulunan parlak kabiliyetlerin, zirvede olan beden ve zihin gücünün, şevkinin ayrıca hesabının sorulacak nimetler olduğuna dikkat çekiyor.

İnsan bu bereketli çağı değerlendirmeli ki, ömrünün geri kalanında onun faydasını görsün. Meselâ; gençliğinde ilim tahsil edip kendini yetiştirmeli ki, olgunluk çağında da başkalarını yetiştirsin. Gençliğinde helâlinden kazanmalı ki, olgunluk çağında hayırsever bir kişi olarak başkalarının da kurtuluşuna vesile olsun.

Aziz Dostlar

Gençliğinde sabırla bir yuvayı ayakta tutmalı, evlâtlar yetiştirmeli ki; olgunluk çağında onlara güzel bir örnek ve rehber olsun ve arkasında hayırlı bir nesil bıraksın. Gençlik hayhuyla geçip giderse, ileriki yaşlarda insanın elinde pişmanlıktan başka ne kalır?

İşin doğrusu insan; gençlik çağının o yüksek kapasitesini kullanarak hayırlı ve faydalı amellere alışmazsa, daha sonra alışmak çok daha zor oluyor. Elbette; Zararın neresinden dönersen kârdır! diyerek son fırsatı elden kaçırmamalı. Ama bundan daha iyisi, henüz gençlik elimizden kaçmadan değerlendirmek olmalı

Çünkü bizim yaratılış gayemiz; çok büyük, çok mühim, çok mukaddes bir vazife O vazifeyi gerçekleştirmek için bir ömür bile az gelir. Ömrün en kıymetli zamanını israf ettikten sonra; geriye kalan kırıntılarla böyle bir vazifeyi başarmak, zannedildiği kadar kolay değildir.

Değerli Dostlar

Allahü Zülcelâl âhirete hazırlanmak gibi ciddî vazifelerin yanında, dünyevî arzular hakkında şöyle buyurmaktadır

Bilin ki dünya hayatı ancak; bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlât çoğaltma yarışından ibarettir…”Hadîd, 20

Hâlbuki dünya işlerinin bir kısmı, ihtiyaçların helâlinden temin edilmesi için zarurîdir. Buna rağmen onun dahî ihtiyaçtan fazla kısmı lehviyat yani lüzumsuz bir oyalanma ve eğlence sayılmıştır. Peki ya hiçbir işe yaramayan oyunlar, filmler, diziler

Sâlih ameller ve ona vesile olan şeyler hâricinde dünya işleri bile sahte bir âlemde oyalanma sayılıyorsa, bizzat kendisi oyun ve eğlence olan sanal âlemin hükmü ne olur? Onlar sahtenin de sahtesi değil mi?

Sevgili Dostlar

Eskiden gençlik çağı demek, idealizm zamanı demekti. Genç adam; dünyada olup bitenlerle ilgilenen, bir fikri, bir duruşu olan, bir şeyler yapmak gerektiğine inanan insan demekti. Şimdi gençlik deyince akla ne geliyor bir düşünelim?

Ne yazık ki anne-babalar; oyun, müsabaka, film, komik video, şununla bununla dalga geçmek, gülmek eğlenmekle ömür çürüten bir gençlikten pek de büyük bir şeyler beklemiyor. Hâlbuki insan Rabbine kulluk etmek ve böylece yeryüzünde bir halîfe olmak için yaratıldı.

Aslında gencin de böyle bir vazifeye ihtiyacı vardır. Böylece o genç, yüksek bir şahsiyete sahip olarak hem toplumda bir ağırlığa hem tarihte faal bir role sahip olacaktır. Bunun için her bir gencin, damarlarında deli deli akan o enerjiyi yönlendireceği bir gayesi olmalıdır.

Elbette gençlik çağı aynı zamanda; heyecan, hissîlik ve acemîlik çağı da demektir. Bu yüzden onlara çok güzel bir rehberlik yapılması gerekmektedir. Peki, biz yetişkinler, onlara bu hususta ne kadar rehberlik yapabiliyoruz?

Nüfusumuzun büyük bir bölümünü gençler oluşturuyor Batı ve dünya; nüfus yaşlanması problemiyle karşı karşıya iken, ülkemiz için bu genç nüfus büyük bir şans. Ancak gençlerimizi hem kendi hayatlarını mânâlandıracak hem de ümmet-i Muhammed’i parlak ufuklara taşıyacak bir şekilde yetiştirmek büyük bir mes’ûliyet.

Anne-babaların çoğu, bu manzaraya bakıp umutsuzluğa düşüyor. Ancak umutsuz da olmamak gerekiyor. Aslında bu gençlerin sanal âlemdeki o oyunlara, eğlencelere sığınmalarının altında yatan sebep; kendilerine kahramanlık rolü aramaları

Ne yazık ki gerçek dünya onlara; çok büyük, çok kalabalık ve çok adâletsiz görünüyor. Kendilerini bu dünyada çok güçsüz, tesirsiz ve ehemmiyetsiz hissediyorlar.

Aslında onlar da bir kimlik sahibi olmayı istiyorlar. Dünyanın gidişine karşı; bir duruşlarının, bir eleştirilerinin, bir yorumlarının olmasını istiyorlar.

Kendilerini gerçek âlemde işe yaramaz ve değersiz hissettikleri için, sanal âleme koşuyorlar. Orada tesirli olmak, oyunlarda puan almak, şuna-buna yorum yazmak kolay geliyor. Ama ne faydası var?

Aziz ve Asil Kardeşlerim

Gençlerin; dünyadaki zulüm, yozlaşma ve çarpıklıklara karşı bir tenkitlerinin olması gerekir. Allahü Zülcelâl- Kur’ân-ı Kerim’de, böyle gençlere örnek olarak ashâb-ı kehf in hikâyesini anlatır. Bunlar; tek Allâh’a îmân etmiş, şirki reddetmiş gençlerdir.

Hükümdarlarının işkencesi altında dinlerini değiştirmeyi reddederek, şehirden kaçıp bir mağaraya sığınmışlardır.

Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e ilk îmân edenlerin de çoğu gençti. Hazret-i Mus‘ab, zengin bir ailenin oğluydu. Cins atlara binen, güzel kıyafetler giyen yakışıklı bir genç Hazret-i Osman yine varlıklı bir ailenin oğluydu; nâzik, hayâlı bir gençti.

Onlar; alışkın oldukları rahat hayatı, dinleri uğruna terk ettiler, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret edip, cihâda katılıp, çok zorluklara sabrettiler. Hazret-i Muâz, insanları şirkten vazgeçirmek için gizlice putlarını kıran bir gençti. Ve daha niceleri radıyallâhu anhüm ecmaîn

İşte bu örnek gençler; içlerinde taşıdıkları cevheri, mübârek bir Rehber sayesinde işleyip inkişaf ettirdiler ve tarih yazan kahramanlar oldular.

Bu zamanın da gençlerinin içinde aynı cevher var; ama onu işlemek için gereken azmi, sabrı, sadâkati, mes’ûliyeti onlara rehberlerinin öğretmesi gerekiyor.

Onlara bizim yollar açmamız lâzım Fırsatlar tanımamız, beklenti içinde olmamız, ümit aşılamamız ve şevklendirmemiz lâzım

Cenabı hak hepimize elimizin altında bir cevher olarak bulunan genç kardeşlerimize sahip çıkabilmeyi onların ilminden zekasından müstefit olabilmeyi genç kardeşlerimize hayatımızın her alanında yer vermeyi değerli ve kıymetli olduklarını hissettirebilmeyi nasip eylesin inşallah

HAYIRLA KALIN ALLAH'A EMANET OLUN

ARAŞTIRMACI İLAHİYATÇI EĞİTİMCİ YAZAR

SALİH KEBAPÇI Twitter.com/@Salihkebapcii

Görüntüleme Sayısı