Dinimize
göre hayırlı ve iyi çocuklara sahip olmak, dünya hayatı için
bir mutluluk kaynağı olduğu gibi âhiret hayatı için de
kesintisiz sevap kaynağıdır vesilesidir.
Peygamberimiz kişinin
ölümünden sonra bile amel defterinin kapanmamasını sağlayan üç
şeyden birinin “kendisine
dua eden hayırlı bir evlât”olduğunu
bildirmiştir. (Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
İslâm
fıtratı üzere doğan çocukların bu safiyetini koruma vazifesi
anne ve babaya tevdi edilmiştir. Ailenin neşesi, toplumun bekâsı,
yarınların ümidi olan çocukların terbiyesi, hususî bir ihtimamı
gerektirmektedir.“Hepiniz
çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz.”
(Buhârî,
Vesâyâ, 9) hadis-i şerifiyle bu gerçeği ifade eden Efendimiz,
çocuklarına karşı sevgi ve şefkatle davranmak sûretiyle onlara
düşkün olan hanımları methetmiştir. (Buhârî, Nikâh, 12)
Bütün
Müslümanların, Hak Teâlâ’dan kendilerine göz nuru eşler ve
çocuklar vermesi için dua ve niyazda bulunmalarını tavsiye eden
Kur’ân-ı Kerîm (Furkân 25/74)
bazı peygamberlerle salih
kulların da Allah Teâlâ’dan bilhassa hayırlı çocuklar ve
temiz nesiller istediğini bildirmektedir. (Bakara 2/128; Âl-i İmrân
3/35, 38; İbrâhîm 14/35, 40)
İslâm’ın
çocuğa yaklaşımı, sevgi, şefkat ve hoşgörü
anlayışına dayanır. Çünkü çocuk dünyaya tertemiz bir
yaratılışla ve günahsız olarak gelir. Büluğ çağına
kadar da yaptığı davranışlardan dinî bakımdan sorumlu
sayılmaz. Dünyaya yeni gelen bebek, her yönüyle büyüklerin
yardımına muhtaç olup belli bir yaşa kadar ana babaya bağımlıdır.
Dolayısıyla
çocuk, kendisine gerekli olan ilginin gösterildiği ölçüde
sağlam bir kişilik geliştirebilir. Bu açıdan bakıldığında
Hz. Peygamber’in çocuklara yaklaşımı ve onların
yetiştirilmesine yönelik tavsiyeleri son derece dikkat çekicidir.
Kahir ekseriyetle Erkek
çocukları 12-15,
kız
çocukları ise 9-15
yaşlan
arasında erginlik çağına girerler.
Erkek
çocuğu büluğa erdiğini, ihtilam denilen rüyada iken cinsî
boşalma ile; kız çocuğu ise aybaşı veya âdet denilen halin
ortaya çıkmasıyla yani, rahimden kan gelmesiyle erginlik devresine
girmiş olurlar.
İnsanın
bu devreden sonra namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri yerine
getirmesi farzdır.Ancak namaz ve oruç gibi ibadetlerin daha önceki
yaşlarda çocuğa öğretilip, alıştırılması tavsiye
edilmiştir.
SUAL:
YENİ DOĞAN ÇOCUK İÇİN MERASİM YAPMAK CAİZ Mİ?
Böyle
bir emir de yoktur yasak da yoktur. Dini maksatlı yani bu bir
ibadetmiş gibi düşünmüş olmamak şartıyla yapılabilir dinen
caizdir bir sakınca bulunmamaktadır
Yeni
doğan bir çocuk Efendimiz’e getirildiğinde, bir hurmayı
çiğneyerek çocuğun ağzına koyardı. (Ebû Dâvûd, Edeb,
106,107) Zira çocuğun öncelikle Peygamber ağzından bir şey
yemesi onun için bir bereket ve rûhâniyet vesilesidir.
Mekke’den
Medine’ye hicret ettiğinde Kuba’da oğlu Abdullah’ı dünyaya
getiren Hz. Ebûbekir’in kızı Esma diyor ki
“Çocuk
doğunca, onu alıp Efendimiz’e götürdüm, kucağına bıraktım.
Resûlullah bir hurma istedi, çiğneyerek ezdikten sonra onu çocuğun
ağzına sürdü. Abdullah’ın midesine ilk inen şey
Peygamberimiz’in ağzından çıkan hurmaydı. Daha sonra hayır ve
bereketli bir hayat sürmesi için dua etti ve çocuğa Abdullah
ismini verdi.”(Buhârî,
Menâkıbu’l-Ensâr, 45; Müslim, Âdâb, 26)
Dünyaya
gelişinin ardından çocuğun kulağına ezan okumak, onun için
akika kurbanı kesmek ve doğumunun yedinci günü saçını tıraş
ederek ağırlığınca gümüş ya da altın değerinde bir şeyi
sadaka olarak vermek de sünnettendir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 106, 107;
Tirmizî, Edâhî, 19)
Bütün bunlarla birlikte çocuğa güzel bir
isim koymak Efendimiz’in bilhassa üzerinde durduğu bir husustur.
Nitekim
bir hadîs-i şeriflerinde
“Siz
kıyâmet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle
çağrılacaksınız, çocuklarınıza güzel isimler koyunuz”
buyurmuş
(Ebû Dâvûd, Edeb, 61), hatta hoş olmayan bazı isimleri de
değiştirmiştir. (Müslim, Âdâb, 14; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb,
II, 837; III, 871, 1006)
SUAL:
ÇOCUK NE ZAMAN SÜNNET EDİLMELİ? Erkek
çocukların büluğ çağına basmadan önce sünnet ettirilmesi de
Peygamberî uygulamalardandır. (Buhârî, Libâs, 63, 64)
Nebiyy-i
Ekrem hayatın her safhasında çocuklara derin bir sevgi ve şefkat
beslemiş, onları ciddiye alıp seviyelerine inmiş ve problemlerini
çözerek doğruya yönlendirmiştir. Hâdis-i şerîflerinde
“Kimin
bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın.”(Deylemî,
III, 513) buyuran Resûlullah bir keresinde torunu Hasan’ı öperken
yanında oturan Akra bin Hâbis isimli şahıs onu görmüş ve
– Siz
çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var hiç birini öpmem,
demişti. Efendimiz ise
“– Merhamet
etmeyene merhamet olunmaz.” karşılığını
vermiştir. (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)
Peygamberimiz“gözümün
nûru”diye
tavsif ettiği ve her fırsatta önemini vurguladığı namaz
esnasında dahi çocuklara şefkat ve merhamet göstermiş, onların
gönlünü hoş tutmaktan geri kalmamıştır.
Allah
Resûlü bir yatsı namazında torununu mescide getirmişti. Cemaate
namaz kıldırırken secde esnasında torunu sırtına çıkmış, o
da bu sebeple secdeyi uzatmıştı. sahâbe namazı bitirince
Peygamberimiz’e
– Secdeyi
uzattınız ya Resûlallah! Bir şey oldu ya da vahiy geldi
zannettik, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“–Yok,
böyle bir şey olmadı. Ancak oğlum sırtıma çıkmıştı. Gönlü
hoş olsun diye acele davranmak istemedim.” buyurmuştur.
(Nesâî, Tatbik, 82)
Fahr-i
Kâinât çocuklara selâm verir, onların hatırını sorar,
hastalandıklarında ziyaret eder, gerek kendi torunlarıyla gerekse
diğer çocuklarla şakalaşır ve onları bir taraftan eğlendirirken
diğer yandan eğitirdi. Muhammed
bin Rebî diyor
ki
“Ben
beş yaşlarında iken Resûlullah’ın evimizdeki kovadan ağzına
aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlarım.” (Bûhârî,
İlim, 18; Müslim, Mesâcid, 265)
Hz.Enes
der
ki:
Resûlullah
ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Benim Ebû
Umeyr adında
sütten kesilmiş bir kardeşim vardı. Peygamberimiz bize
geldiğinde:
“– Ey
Ebû Umeyr! Ne yaptı Nuğayr!”derdi.
Nuğayr, kardeşimin oynayıp durduğu bir kuş idi. Bazen Efendimiz
bizdeyken namaz vakti gelirdi. O hemen altındaki yaygının
süpürülüp üzerine su serpilmesini emrederdi. Sonra namaza durur,
biz de arkasında saf bağlardık ve bize namaz kıldırırdı.
(Buhârî,
Edeb, 112)
Ebû
Hüreyre
Şu
iki kulağım duymuş ve şu iki gözüm görmüştür ki Resûlullah
iki eliyle Hasan’ın
veya Hüseyin’in
iki avucunu tutar, sonra çocuğun iki ayağını kendi ayağı
üzerine koyar ve
“– Yukarı
çık”
derdi.
Çocuk ayaklarını Resûlullah’ın göğsüne koyuncaya kadar
çıkardı. Sonra Resûl-i Ekrem, çocuğu öper ve:
“Allah’ım!
Bunu sev, çünkü ben onu seviyorum.”
buyururdu.
(Bûhârî, Edebü’l-müfred,
hadis
no: 249)
Fahr-i
Kâinât çocuklara ikramda bulunmaya teşvik eder, kendisi de uygun
bulduğu zamanlarda bu hususta onlara gereken ilgiyi gösterirdi. Hz.
Enes naklettiği
bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur
“Çocuklarınıza
ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel yapın.”(İbn-i
Mâce, Edeb, 3)
Ebû
Hüreyre’nin rivayetine göre Hz. Peygamber’e mevsimin ilk
meyvesi getirilir ve
“Allah’ım!
Bize memleketimizde, meyvelerimizde ve ölçeğimizde, bereket üstüne
bereket ver.” diye
dua eder, sonra o meyveyi orada bulunan en küçük çocuğa ikram
ederdi. (Müslim, Hacc, 474)
Hz.
Âişe der
ki Necâşî’den Resûlullah’a hediye olarak bir zinet eşyası
gelmişti Bunların içinde kaşı Habeş mamulü olan altın bir
yüzük de bulunuyordu. Hz. Peygamber altın yüzükten kaçınarak
onu bir çöple veya parmaklarının ucuyla aldı. Sonra Ebü’l-Âs
ile kerîmesi Zeyneb’ten dünyaya gelen torunu Ümâme’yi
çağırdı ve:
“– Ey
kızcağızım! Bunu zinet olarak takın!”buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Hâtem, 8)
Yüce
Peygamberimiz’in bazı çocukları kendi akranıymış gibi muhatab
kabul ederek onlara bir kısım sırlarını söylediği de olmuştur.
Hz.
Enes diyor
ki
Bir
gün, Efendimiz’in hizmetini gördükten sonra, Peygamberimiz
kaylule uykusundadır, diyerek çocukların yanına gittim. Ben
onların oyununa bakarken Resûlullah geldi. Oyun oynayan çocuklara
selâm verdi. Ardından beni çağırdı ve bir yere gönderdi. Ben
de gittim. Hz. Peygamber ben dönünceye kadar bir gölgede oturdu.
Annemin yanına dönmekte gecikmiştim. Yanına vardığımda annem
– Niye
geciktin diye sordu.Ben:
– Hz.
Peygamber beni bir iş için göndermişti, dedim. Annem
– O
iş neydi, diye sordu. Bunun üzerine ben
– Resûlullah’ın
sırrıdır, dedim. Annem
– Öyleyse
Resûlullah’ın sırrını muhafaza et, dedi. Bu hadisi rivayet
eden Sabit der ki:
– Enes
bana “Eğer
onu birisine söyleyecek olsaydım sana söylerdim ey Sabit!” dedi.
(İbn Hanbel, III, 195)
Abdullah
bin Ca’fer anlatıyor
“Bir
gün Fahr-i Kâinât beni terkisine aldı. Bana sır olarak bir söz
söyledi. Ben onu hiçbir kimseye söylemem.” (Müslim, Hayız, 79)
Peygamber
Efendimiz çocukların oyun oynamalarını da tabiî bir ihtiyaç
olarak görmüştür. Meselâ kendisine hizmet eden küçük yaştaki
Enes’in, gönderdiği yere gitmeyip çocuklarla birlikte oyuna
dalmasını müsamaha ile karşılamıştır. Söz konusu olayı
Hz.Enes şöyle hikâye eder
...Resûlullah
bir gün beni bir yere göndermek istedi. Ben
– Vallahi
gitmem, dedim. Hâlbuki içimden gitmeye karar vermiştim. Çünkü
emri veren Allah’ın Nebîsi idi. Yola çıktım, sokakta oynayan
çocukların yanlarına vardım (ve orada oyalandım). Derken Allah
Resûlü arkamdan gelerek ensemden tuttu. Dönüp baktığımda
gülümsüyordu.
“– Enescik!
Söylediğim yere gittin mi?”diye
sordu.
– Hemen
gidiyorum Yâ Resûlallah, dedim. (Müslim, Fedâil, 54)
Bir
keresinde de Efendimiz toprakla oynayan çocuklara rastlamış,
sahâbeden biri onlara bunu yasaklamak isteyince Hz. Peygamber
“– Bırak
onları! Toprak çocukların ilkbaharıdır.”
buyurmuştur.
(Heysemî, VIII, 159)
Bunun
yanında Resûlullah’ın torunları Hasan ve Hüseyin ile oynadığı,
onları sırtına alarak gezdirdiği, ayrıca amcası Abbâs’ın
çocukları arasında koşu yarışı düzenlediği olmuştur.
Abdullah
bin Hâris diyor ki
Resûlullah
Abbas’ın çocukları Abdullah, Ubeydullah ve Kesîr’i yanyana
getirir ve şöyle derdi
“– Kim
önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!” Çocuklar
da koşarak gelirler, kimi Resûlullah’ın sırtına, kimi göğsüne
çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı. (İbn-i
Hanbel, I, 214)
Bununla
birlikte Efendimiz çocukların akşam karanlık bastığında
dışarıda bulunmalarının mahzurlu olduğunu belirtmiş ve bu
hususta velileri uyarmıştır. (Buhârî, Eşribe, 22; Müslim,
Eşribe, 97)
Peygamberimiz
büyüklere, yapamayacakları şeyleri çocuklarına vaad
etmemelerini tenbih etmiş, böylece ahde vefa hususunda örnek
olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir.
Abdullah
bin Âmir anlatıyor
Bir
gün Resûlullah bizim evimizdeyken annem beni çağırarak
– Gel
sana bir şey vereceğim, dedi. Resûlullah anneme
“–Ona
ne vermek istemiştin?”
dedi. Annem
– Bir
hurma vermek istemiştim, deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“– Haberin
olsun, eğer ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan
(günahı)
yazılırdı.”
(Ebû
Dâvûd, Edeb, 80; İbn-i Hanbel, III, 447)
Ebû
Hüreyre’den
rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmaktadır
“Kim
bir çocuğa, buraya gel sana bir şey vereceğim der de sonra
vermezse onun için bir yalan günahı yazılır.”(İbn-i
Hanbel, II, 452)
Fahr-i
Kâinât babalarından sonra çocukların ekonomik yönden muhtaç
duruma düşmelerine mâni olmak için gerekli önlemleri almıştır.
Malının tamamını Allah yolunda harcanmak üzere vasiyet etmek
isteyen Sa’d
bin Mâlik’in
bu tavrını hoş karşılamamış, çocuklarına ne bıraktın diye
sormuş, bir şey bırakmadığını öğrenince de malının onda
dokuzunu çocuklarına bırakmasını söylemiştir. Sa’d’ın
ısrarı üzerine üçte birini vasiyet etmesini istemiş ve onu bile
çok bulduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, Cenâiz, 6)
Resûl-i
Ekrem anne babanın çocukları arasında adaletle muamele etmelerini
emir ve tavsiye etmiştir. Bu konuda çocukların kız erkek, büyük
küçük, öz veya üvey olması arasında fark yoktur. Dolayısıyla
ebeveyn, hediye ve miras gibi maddî konularda nasıl adaletli olmak
zorunda ise sevgi, ilgi ve şefkat gibi manevî hususlarda da bütün
çocuklarına karşı âdil olmalıdır.
Câhiliye
devrinde hor görülen, erkek çocuklar yanında ikinci plana itilen,
hatta zaman zaman diri diri toprağa gömülen kız çocukları,
İslâm’ın gelişiyle birlikte aile fertleri arasındaki konumuna
ve eğitimlerine bilhassa önem verilerek toplumda âdil bir statü
kazanmışlardır. Onlara ihtimam gösterilerek eğitimlerini teşvik
eden bazı hadîs-i şerifler şöyledir
“Kimin
bir kız çocuğu olur da, onu toprağa gömmez, hor görmez ve erkek
çocuğunu ona tercih etmezse, Allah onu cennete koyar.”(Ebû
Dâvûd, Edeb, 121)
Hz.
Peygamber parmaklarını bitiştirerek;
“Her
kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar
büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben şöyle
yanyana bulunacağız.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 149)
Öte
yandan hadis-i şeriflerde bülûğ çağına ermeden ölen kız veya
erkek çocuklarının âhirette anne babaları için kurtuluş
vesilesi olacağı belirtilmektedir. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur
“Henüz
ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her Müslümanı
Allah, çocuklara olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar.”
(Buhârî,
Cenâiz, 6)
Çocuklarımızın
yetişmesi hususunda gösterilecek ilgi ne kadar ehemmiyetli ise
haklarında yapılacak hayırlı dualar da o derece önem arz
etmektedir. Onların yaramazlıkları karşısında öfkemize hâkim
olarak haklarında kötü söz söylemek veya beddua etmekten
kaçınmalıyız.
Nitekim
Fahr-i Kâinât’ın uygulamalarında ve tavsiyelerinde bu durumu
hep müşahade etmekteyiz. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur
“Kendinize
beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz, mallarınıza da
beddua etmeyiniz.(Zira
bu durum) dileklerin
kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul
ediverir.”(Müslim,
Zühd, 74)
Hayırla
Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı
İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı
Twitter.com/@Salihkebapcii
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder