Allah
Teâlâ’ya yaklaşma, O’nu yüceltme, dinin esaslarını veya
toplum maslahatlarını gerçekleştirme özelliği bulunan haklara
“Allah hakkı” veya “hukûkullah” denir.
Namaz,
oruç, hac, zekât, cihad, iyiliği emretmek ve kötülüklerden
menetmek, kurban kesmek gibi ibadetler Allah haklarındandır. Kur’an
ve sünnette açıklanan had cezaları da hukûkullah kapsamına
girer.
Umuma
açık mescidler, yol, deniz ve nehir gibi topluma ait ortak kullanım
hakları da Allah hakkı niteliğindedir. Allah hakları af, sulh
veya kaldırma ya da düşürme ile düşmediği gibi, bunların
başka bir bedelle değiştirilmesi de caiz değildir.
Ancak
zaruret veya özür hallerinde İslâm’ın getirdiği kolaylıklar
ve muaflıklar bunun dışındadır. Hasta veya yolcunun orucu kazaya
bırakması, seferinin namazı kısa kılması, çok yaşlı veya
sürekli hasta olanın oruç yerine fidye vermesi bu kolaylıklar
arasındadır.
İnsanlar
arasında cereyan eden birtakım haklara da “kul hakkı” denir.
Bunlar kişilerin maslahatını korumayı hedef alan haklar olup,
bazı hallerde bunların yerine bir bedel geçebilir veya hak
sahibinin düşürmesi ile düşebilir.
Bir
kimsenin mal varlığı üzerindeki tasarruf hakkı, satıcının
satış bedelini, alıcının da satın aldığı malı kabzetme
hakkı, evli kadının ve çocukların nafaka hakkı ile küçük
çocuk üzerindeki bakım (hıdâne) hakkı veya velâyet hakkı “kul
hakkı” niteliğindedir.
Bu hak mal, can, ırz, nesil ve aklı
korumak gibi genel nitelikli haklardan da olabilir.Kul
haklarından bir bölümü af, sulh, ibra veya mubah kılma gibi
yolla düşürmeye yahut başka bir bedele dönüştürmeye
elverişlidir.
Meselâ
bir kadın kocasından olan nafaka hakkını almaktan vazgeçebilir,
bunda indirim yapabilir ya da bunu başka bir bedele dönüştürebilir.
Anlaşma yoluyla bunlar caiz olur.
Ancak
kişinin şahsına bağlı olan “özlük hakları” hak doğmazdan
önce düşürmeye elverişli değildir. Evlenme, boşanma, nafaka,
velâyet gibi hakları, bu hakların sahibi olan kimsenin önceden
düşürmesi geçerli olmaz.
Buna
göre bir kimse hiç evlenmemek veya bir kadın kocasından nafaka
almamak üzere, henüz evlenmeden önce sözleşme yapsa, böyle bir
hak düşürmesi geçerli olmaz. Yine bir babanın küçük çocuğu
üzerindeki velâyet hakkını düşürmesi de böyledir.
Allah
hakkına inandığı halde, bunları yerine getirmeyen “âsî
mü’min” sayılır. Cenab-ı Hak onu dilerse affeder, dilerse
azap eder. Kul hakkı insanlar arasındaki haklar olduğu için, bu
konuda haksızlık yapan kimse tevbe ve istiğfar etmekle bu
haklardan kurtulamaz. Hak sahibi ile helalleşmesi gerekir.
Aksi
halde kıyamet günü hak sahibi hakkını ister. Allah Teâlâ’nın
hak sahibini hoşnut ederek hakkından vazgeçirmesi dışında bu
hakların düşmesi mümkün olmaz.
Çünkü o dehşet gününde kişi
kendini kurtarabilmek için, kimde hak alacağı varsa, bunu almaya
çalışacaktır. Dünyada hakkı hukuku gözetmeyenler aile
fertlerinin ahiretteki durumları Kur’an-ı Kerim’de şöyle
anlatılır
“İşte
o gün kişi, kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve
çocuklarından kaçar. Çünkü o gün herkesin, kendine yetecek bir
işi ve meşguliyeti vardır!”
Abese/80
Çocukların
geçim masrafları, erkek çocuğu meslek sahibi olup kendi geçimini
sağlayacak duruma gelinceye, kız çocuğu ise evleninceye kadar
babalarına aittir.
Anneleri,
geliri bulunsa bile bu masraflara katılmaya zorlanamaz.
Kendiliğinden katılırsa bu onun ahlâkının güzelliğinden olup,
bundan dolayı sadaka ecri alır.
Kur’an’da
şöyle buyurulur: “Eğer (çocuklarınızı) sizin için, anneleri
emzirirlerse, onlara emzirme ücretlerini tam olarak veriniz.” Bu
ayet, çocuğun nafakasının babaya ait olduğunu gösterir.
Nitekim,
Ebû Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe’nin sorusu üzerine,
Hz. Peygamber, Ebû Süfyan’ın malından kendisine ve çocuklarına
yetecek kadarını ma’rûfa göre alabileceğini bildirmiştir
Erkek
veya kız çocuklarının kendine ait mal ve geliri bulunursa, geçim
masrafları öncelikle kendi gelirlerinden karşılanır.
Ebû
Hüreyre’den rivâyete göre, yanında 5 dinarı olan birisinin,
bunları hangi sıraya göre harcaması gerektiğini sorması
üzerine, Allah’ın Rasûlü, önce kendi ihtiyacına, sonra eşine,
sonra çocuklarına, sonra hizmetçisine, sonra da uygun bulacağı
bir yere harcamasını bildirmiştir.
Ana
baba yoksul düşer veya yaşlanıp çalışamaz olursa, ilgi ve
bakım yükümlülüğü çocuklara aittir. Kur’an’da şöyle
buyurulur
“Rabbin
ancak kendisine ibadet etmenizi, bir de ana babaya iyilikte
bulunmanızı emretti.” “Bana ve ana babana şükret.”
“Eğer
ana baban, seni hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman
için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Bununla birlikte bu dünyada
onlarla iyi geçin.”
Ashâb-ı
kiramdan birisi, izinsiz olarak oğluna ait bir maldan almıştı.
Oğlunun şikâyeti üzerine Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur
“Sen
ve malın babana aitsiniz.” Ancak ana babanın çocuklarının malı
üzerindeki bu hakkı, yoksul ve muhtaç duruma düşmeleriyle
sınırlandırılmıştır.
Çünkü
miras ayetleri inince,ana babanın, ölen çocuklarının malları
üzerindeki hakları belirlenmiş ve buna bir sınır getirilmiştir.
Buna göre ana babanın, çocuklarından nafaka isteyebilmesi için
yoksul olmaları gerekir.
Aksi
durumda geçim masrafları kendi mal ve gelirlerinden karşılanır.
Yine nafaka yükümlüsü olacak çocuk ve torunun da bunu vermeye
gücünün yetmesi gerekir. Güç yetme ya zengin olmakla veya
çalışıp kazanma gücüne sahip olmakla gerçekleşir.
Ana
baba sağlıklı olup, çalışmaya gücü yetse bile, yoksul durumda
olunca çocuk ve torunlarından geçim desteği alabilir. Bu duruma
göre ana baba ve eş dışındaki hısımlar zengin olur veya
çalışmaya gücü yeterse kendilerine nafaka yardımı yapmak
gerekmez.
Bir
erkek kendisi yoksul da olsa, ana babasına ve eşine bakmakla
yükümlüdür. Bunun dışındaki hısımların geçim masraflarını
karşılaması, zengin olması veya çalışıp kazanma gücüne
sahip bulunması durumunda gerekli olur.
Ancak
Mâlikîler’e göre yoksul olan çocuk, çalışıp kazanma gücüne
sahip olsa bile ana babasına nafaka vermesi gerekmez.
Câbir
(r.a)’ın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Sizden
biriniz yoksul düşerse, önce kendi ihtiyaçlarını karşılasın.
Bundan artarsa aile fertlerinin ihtiyaçlarına sarf etsin, yine
artarsa diğer hısımlarına harcasın.”
Mâlikîler’de
tercih edilen görüşe göre ise, ana baba çalışmaya gücü
yetince çocuklarından nafaka isteyemez.
İslâm
dini, doğan her çocuğu cinsiyet ayırımı yapmadan eşit tutmayı
ister. Allah adaletlidir, insanların da adaletli davranmasını
emreder.
Nitekim
İslâm gelmezden önce insanların kız çocuklarını hor görmesi,
hatta onları diri diri toprağa gömme uygulaması Kur’an’da
şöyle kınanır “İnsan, diri olarak toprağa gömülen kız
çocuğunun, hangi suçtan dolayı öldürüldüğü konusunda
sorguya çekildiğinde!”
Enes
İbn Mâlik (r.a)’ten rivayete göre, bir adam çocuğunu öperek
dizine oturtmuştu. Daha sonra gelen kız çocuğuna ise aynı ilgiyi
göstermeyip önüne oturtunca, olayı izleyen Allah’ın Rasûlü
şöyle buyurmuştur: “Çocukların arasında ayırım yapmadan
adaletli davranın.”
Erkek
çocuklarına göre daha çok korunmaya ve şefkate muhtaç olan kız
çocukları için çeşitli hadisler vardır. Bazıları şunlardır:
Ukbe İbn Âmir (r.a)’ten, Rasûlüllah (s.a.s)’in şöyle
buyurduğu nakledilmiştir
“Kimin
üç kız çocuğu olur, onlara gücünün yettiği ölçüde
sabreder, yedirir, içirir ve giydirirse, bunlar kendisi için
kıyamet gününde ateşe karşı bir perde olurlar.”
Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a)’ten rivayete göre, Nebî (s.a.s) şöyle
buyurmuştur: “Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi olur,
bunları eğitir, evlendirir ve kendilerine iyi davranırsa cennete
girer.”
Hz.
Peygamber Sürâka İbn Mâlik’e şöyle demiştir: “Sana en
üstün sadakayı haber vereyim mi? Boşanmak veya kocası ölmek
suretiyle sana dönen ve senden başka sığınacağı kimsesi
olmayan kızına sahip çıkmandır.”
Sevgi,
ilgi ve davranıştaki eşitlik yanında, sağlığında iken mal
bağışı konusunda da çocuklar arasında bir ayırım yapmamak
gerekir.
Aksi
halde aile içinde fitne çıkar, bu durum sıla-i rahmin kesilmesine
yol açar.
Ashab-ı
Kiramdan Beşir İbn Sa’d, oğlu Numan b. Beşir’e mal bağışlamak
istemişti. Hanımı Amra binti Ravâha, yapılan bağışa Hz.
Peygamber’in şahit gösterilmesini, yani Hz. Peygamber’in
onayının alınmasını istedi.
Hz.
Peygamber, diğer çocuklarına da benzer şekilde bağış yapıp
yapmadığını sorunca, “hayır” cevabını aldı. Bunun üzerine
Allah’ın Rasûlü, “Allah’tan korkunuz ve çocuklarınız
arasında adaleti gözetiniz.” buyurdu. Bunun üzerine aile bu
bağışı yapmaktan vazgeçti ve malı geri iade etti.
Miras
konusunda kız çocuğu erkek kardeşi ile birlikte mirasçı olunca,
onun yarısı kadar pay aldığı halde, bağış konusunda kız-erkek
ayırımı yapmaksızın eşit muamele edilmelidir.
Hayırla
Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı
İlahiyatçı Eğitimci Yazar
Salih
Kebapçı Twitter.com/@Salihkebapcii-Salihkebap1@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder