Sözlükte;
tanık, bilen, muttali olan, hazır olan ve delil anlamlarına gelen,
“şehit” kelimesi, din ıstılahında; iman, ibadet ve ahlakı
ile insanlara örnek olan (Bakara, 2/63.) ve dinini savunmak ve
yaşamak, saldırıya uğrayan vatanlarını, can, mal ve namuslarını
korumak için savaşırken düşmanlar tarafından öldürülen (Âl-i
İmran, 3/140.) akıllı ve ergen müminlere verilen bir
unvandır.“Şehit”, aynı zamanda Allah’ın en güzel
isimlerinden biridir. (Âl-i İmran, 3/98.)
Şehitlik
rütbesi, Yüce Allah tarafından müminlere ihsan buyrulan,
müminlere özgü en yüksek manevi bir rütbedir. Savaşın Allah
için, din, iman ve vatan için, can, mal ve namus güvenliği için
yapılması gerekir. Kahramanlık, dünyalık ve gösteriş için
savaşan bir insan, savaş alanında ölse bile Allah katında şehit
olmaz.
Çünkü
Bakara suresinin 154’üncü ayetinde şehitler için “Allah
yolunda öldürülenler” denilmektedir. Sahabeden Ebu Musa
el-Eş’ari’nin şu rivayeti de bu hususu ifade etmektedir:
“Hz.
Peygamber’e cesaret gösterisi ve kahramanlık için, ırkçılık
için ve gösteriş için savaşan insanın durumu soruldu. ‘Bunların
hangisi Allah yolundadır?’ denildi.
Hz.
Peygamber, ‘Kim Allah’ın kelimesinin, dininin yücelmesi için
savaşırsa o Allah yolundadır.’ buyurdu.” (Tirmizi, Cihad, 16.)
Dolayısıyla
bir insanın Allah katında şehit olabilmesi için mümin olması,
Allah için savaşması ve Allah yolunda öldürülmesi gerekir.
Şehitlik Müslümanlara özgüdür, bu itibarla Müslüman
olmayanlar, şehit olamazlar.
ŞEHİTLİK
ÇEŞİTLERİ
HAKİKİ
ŞEHİTLER
İslam’ın
bilinmesi, tanınması ve yücelmesi, vatan, mal, can ve namus
savunması için savaşırken ölen akıllı ve ergen Müslümanlara
din dilinde “hakiki şehit” denir. Mesela Bedir ve Çanakkale
savaşında öldürülen Müslümanlar hakiki şehitti.
Peygamberimiz
(s.a.s.), “Allah yolunda öldürülen şehittir. Allah yolunda ölen
şehittir.” buyurmuştur.(Müslim, İmare, 165.)
Hakiki şahitler,
yıkanmaz ve kefenlenmez, namazları kılınır ve kanlı elbiseleri
ile defnedilir. (Ebu Davud, Cenaiz, 31; Cihad, 40.)
Peygamberimiz
(s.a.s.), Mekkeli müşriklerle yapılan Uhut Savaşı’nda şehit
olanların kanlı elbiseleri ile ikişer, üçer kabre
defnedilmesini, Kur’an’ı iyi ve çok okuyan şehidin önce kabre
konulmasını emretmiş:
Hakiki
şehit sayılabilmesi için ölenin büluğa ermiş, akıllı ve
Müslüman olması, din ve vatan için yapılan bir savaşta veya
canını ve malını savunurken haksız yere öldürücü bir aletle
öldürülmüş olması gerekir.
AHİRETTE
ŞEHİT SEVABI ALACAK OLAN ŞEHİTLER
Bunlar:
Allah yolunda yapılan savaşta yaralandıktan sonra yiyip içen,
uyuyan, tedavi gören, başka bir yere nakledilen ve daha sonra ölen
kimseler ile deprem, yangın, sel felaketi, afet ve benzeri
musibetlere maruz kalarak ölen, mide ağrısından ölen, doğum
sırasında ölen, suda boğularak ölen, kolera, veba ve verem gibi
bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp ölen, göçük altında
kalarak ölen, ilim yolunda ölen ve yanlışlıkla öldürülen
Müslümanlardır.
Şu
hadislerde bu kimselerin bu anlamda şehit oldukları
bildirilmektedir
“Allah
yolunda öldürülmenin dışında şehitlik yedi çeşittir: Veba
hastalığına yakalanıp ölen şehittir. Suda boğularak ölen
şehittir. Zatürre hastalığına yakalanıp ölen şehittir. Mide
hastalığı sebebiyle ölen şehittir. Yangında ölen şehittir.
Göçük altında kalıp ölen şehittir. Doğum yaparken veya loğusa
iken ölen kadın şehittir.” (Ebu Davud, Cenaiz, 14.)
“Haksız
yere malı alınmak istenir ve kişi malını vermemek için karşı
koyarken öldürülürse şehittir.” (İbn Mace, Hudud, 21.)
“Haksız
yere malı alınmak istenen, malını vermemek için mücadele veren
ve bu yüzden öldürülen kimse şehittir.” (Ebu Davud, Sünnet,
32.)
“Malı
sebebiyle öldürülen kimse şehittir. Eşi ve çocukları için
öldürülen veya canını korumak için öldürülen veya dini
sebebiyle öldürülen kimse şehittir.” (Ebu Davud, Sünnet, 32.)
Bu
şehitler, savaş alanında düşmanlarca öldürülen şehitlerden
farklı olarak yıkanırlar, kefenlenirler ve cenaze namazları
kılınıp defnedilirler. (bk. Darakutni, es-Sünen, Siyer, V, 206,
No: 4207.)
İnsanın
beyin, kalp, beden ve diğer organları, işlevlerini bütünüyle
yitirdiği, canlılığını kaybettiği, ruh bedenden ayrıldığı
zaman ölüm gerçekleşir. Bu durum, Allah yolunda öldürülenler
için de söz konusudur.
Ancak “Allah
yolunda öldürülenler için ölüler demeyin, hayır, onlar
diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 2/154.) ayetinde
Allah yolunda öldürülenlere ölüler denilmemesi emredilmektedir.
“Şehitlere
ölüler demeyin.” demek onlar hakkında “ölüler”diyerek
ulu orta konuşmayın demektir. Ayette, şehitlerden saygıyla söz
edilmesi gerektiğini belirten mecazi bir anlatım vardır.
Diğer
taraftan ölen insan, yemez, içmez, herhangi bir şeyden zevk almaz,
sevinmez. Hâlbuki şehitler böyle değildir. Çünkü şehitler,
görünürde ölmüş olsalar bile Allah’ın kendilerine bahşettiği
özel bir hayatla diridirler. Onların hissetme, lezzet ve zevk alma
kabiliyetleri vardır. Allah katında onlara bol nimetler, geniş
rızıklar sunulmakta ve onlar mutlu bir hayat yaşamaktadırlar
fakat dünyadaki insanlar bunu fark edemezler. Çünkü şehitlerin
hayatları mahiyet bakımından dünyadakilerden farklıdır.
Uhut
Savaşı’na katılmayanlar, bu savaşta ölenler hakkında “Eğer
bize uysalardı öldürülmezlerdi.” (Âl-i İmran, 3/168.)
diyenlere cevap olmak üzere şöyle buyrulmuştur
“Allah
yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar
diridirler. Onlar, Rableri katında rızıklandırılırlar. Allah’ın
lütfundan kendilerine verdiği nimetler ile sevinirler, arkalarından
kendilerine ulaşamayan, henüz şehit olmayan kimselere ‘kendileri
için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini’
müjdelemek isterler. Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın
müminlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. Şüphesiz Allah,
müminlerin ecrini zayi etmez.” (Âl-i İmran, 3/169–170.)
Ölüm
olayı, ruhun bedenden ayrılmasından ibarettir. Ölen ruh değil
bedendir. Ölüm ile ruh bedeni terk eder, beden canlılık
fonksiyonunu tamamen kaybeder ve zamanla toprakta çürür, ruh ise
varlığını sürdürür. İşte şehitlerin ruhları ahiretteki
güzel makamlarını görerek mutlu olur ve cennet nimetlerinden
faydalanırlar. (Müslim, İmare, 121; Tirmizi, Cihad, 13.)
“Şehitler
ölmez.” söylemini böyle anlamamız gerekir. Allah yolunda
öldürülenlerden “ölüler” diye değil, “şehitler” diye
bahsetmemiz, onların Allah katında çok saygın olduklarını
bilmemiz ve bu bilinçle davranmamız gerekir.
ŞEHİTLERİN
MÜKÂFATLARI
1.Şehitlerin
mükâfatı imrenilecek kadar çoktur.“Şehit
cennettedir.”(Ebu
Davud, Cihad, 25.) buyuran Peygamberimiz (s.a.s.), şehitlerin
mükâfatını şöyle bildirmiştir: “Hiç kimse cennete girdikten
sonra -bütün dünyaya sahip olsa bile- tekrar dünyaya dönmek
istemez, sadece şehitler, kendilerine verilen nimetler sebebiyle
dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu ederler.” (Buhari,
Cihad, 21.)
2.Bir
insan şehit olunca varsa günahları bağışlanır.“Hicret
edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler,
savaşanlar ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim.
Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar
akan cennetlere koyacağım.” (Âl-i İmran, 3/195.) Bu ayette
Allah yolunda hicret eden, birtakım eziyetlere katlanan, Allah
yolunda savaşan ve şehit edilenlerin günahlarının bağışlanacağı
ve cennete konulacağı bildirilmektedir. Peygambere iman ettiği
için kavmi tarafından şehit edilen bir mümin hakkında Kur’an’da
şöyle buyrulmuştur: “Şehit edildiğinde kendisine, gir
cennete!” denildi. O da “keşke kavmim Rabbimin beni
bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını
bilselerdi!” dedi.” (Yasin, 36/26–27.)
Ayette,
iman ettiği için şehit edilen kimseye üç mükâfat vaat
edilmiştir: Cennete konulması, bağışlanması ve cennet
nimetlerinden ikram edilmesi. Ancak şehitlerin kul hakları varsa
Peygamberimiz bunun bağışlanmayacağını bildirmiştir: “Şehidin
borcu hariç bütün günahları bağışlanır.” (Müslim, İmare,
119.)
3.Şehitler
ahirette peygamberler, sıddıklar ve salihler ile beraber
olurlar.“Kim
Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın
kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddık, özünde, söz,
iş ve işlemlerinde dosdoğru olanlarla, şehitlerle ve iyi, salih
kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf
Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/69.)
4.Şehitler,
ahiret sıkıntısı çekmezler ve yakınlarına şefaatçi
olurlar.Şehit
olur olmaz bağışlanırlar. Cennetteki makamları gösterilir. (İbn
Mace, Cihad 16; Tirmizi, Cihad, 25.)
“Gazi”,
Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehit olmayı arzu
ettiği hâlde savaş alanında ölmeyen, yaralanıp sağ kalan
kimseye verilen manevi bir unvandır. Gazi, şehit olmak ve bu
mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı o da şehitler
gibi değerlidir.
Peygamberimiz
(s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Bir
kimse Allah yolunda şehit olmayı canıgönülden isterse, yatağında
ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim,
İmare, 157.)
“Vatan”,
kutsal değerlerimizin, kültürümüzün, hatıralarımızın ve
eserlerimizin toplandığı en kıymetli varlığımız, özgürce
yaşadığımız, çalıştığımız, eğitim öğretim gördüğümüz,
çalışıp rızkımızı kazandığımız, serbestçe seyahat
ettiğimiz, inancımızı yaşadığımız, okulumuz, evimiz ve
semalara yükselen minareleri ile camilerimiz canımız ve her
şeyimizdir.
Vatanı
kalkındırmak, geliştirmek, terörden, saldırıdan ve düşman
tehlikesinden korumak, gerektiğinde vatan için malımız ve canımız
ile fedakârlık yapmak, şehit olmak dinî ve vatani görevimizdir.
Şair
dediği gibi“Bayrakları
bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak, eğer uğrunda ölen
varsa vatandır.”Vatan
için gerektiğinde savaşırız, şehit veya gazi oluruz. Bu,
Rabbimizin bir buyruğudur:
“Sizinle
savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın.” (Bakara,
2/190.)
“Düşmanlara
karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve atlar, savaş araç
gereçleri hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını sizin
düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat
Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.” (Enfal,
8/60.)
Dünyada,
namus ve şerefimizi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak,
ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkündür.
Namusumuzu
korumamız ve dinî görevlerimizi gereği gibi yerine getirmemiz
yine vatan sayesinde mümkün olur. Bu sebeple yüce dinimiz İslam,
vatanın korunmasına büyük önem vermiştir.
Vatanı
korumak hem dinî hem millî bir görevdir. Vatanı saldırıdan
korumak, gerektiğinde savaşmak, savaştan kaçmamak Rabbimiz ve
peygamberimizin emridir: “Ey iman edenler! Savaş düzeninde iken
kafirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı
dönmeyin, savaştan kaçmayın.
Savaş
taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme ya da diğer bir
birliğe katılmak durumu hariç- böyle bir günde her kim onlara
arkasını dönerse mutlaka o, Allah’ın gazabına uğramış olur.
Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir
orası.” (Enfal, 8/15-16.)
“Düşmanla
karşılaştığınız zaman sabır ve gücünüzle karşı koyunuz.
(Müslim, Cihad, 20.)
“İki
göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz,
diğeri de Allah yolunda, gece vakti karakolda ve sınırda bekleyen,
nöbet tutan ve düşman gözleyen göz.” (Tirmizî,
Fedailü’l-Cihad, 12.)
“Bir
gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla,
geceleri de ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife
başında ölürse yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam
eder ve kabir fitnesinden kurtulur.” (Müslim, İmare, 163.)
Bu
cennet vatanı canlarını vererek bizlere emanet eden tüm aziz
şehitlerimize cenabı Alah'tan rahmet diliyorum Gazilerimize ise
cenabı Allah'tan sağlık sıhhat afiyet huzur esenlik diliyorum
bütün gazilerimize şükranlarımı ve minnetlerimi sunuyorum
NOT:
BU YAZIMIZ 28 MART 2018 TARİHİNDE YAYINLANMIŞTIR 24 OCAK 2020
TARİHİNDE ELAZIĞ İLİMİZDE YAŞANAN DEPREM DOLASIYLA TEKRAR
YAYINLAMA ZARURETİ GÖRÜLMÜŞTÜR
Hayırla
Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı
İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı
Twitter.com/@Salihkebapcii