Sır saklamak bir irade imtihanıdır Bu imtihanı kazanmayan hayatta hiçbir imtihanı kazanamaz | Hazreti Ali

26 Ocak 2020 Pazar

ŞEHİTLİK VE ŞEHİTLİK ÇEŞİTLERİ


Sözlükte; tanık, bilen, muttali olan, hazır olan ve delil anlamlarına gelen, “şehit” kelimesi, din ıstılahında; iman, ibadet ve ahlakı ile insanlara örnek olan (Bakara, 2/63.) ve dinini savunmak ve yaşamak, saldırıya uğrayan vatanlarını, can, mal ve namuslarını korumak için savaşırken düşmanlar tarafından öldürülen (Âl-i İmran, 3/140.) akıllı ve ergen müminlere verilen bir unvandır.“Şehit”, aynı zamanda Allah’ın en güzel isimlerinden biridir. (Âl-i İmran, 3/98.)

Şehitlik rütbesi, Yüce Allah tarafından müminlere ihsan buyrulan, müminlere özgü en yüksek manevi bir rütbedir. Savaşın Allah için, din, iman ve vatan için, can, mal ve namus güvenliği için yapılması gerekir. Kahramanlık, dünyalık ve gösteriş için savaşan bir insan, savaş alanında ölse bile Allah katında şehit olmaz.

Çünkü Bakara suresinin 154’üncü ayetinde şehitler için “Allah yolunda öldürülenler” denilmektedir. Sahabeden Ebu Musa el-Eş’ari’nin şu rivayeti de bu hususu ifade etmektedir:

Hz. Peygamber’e cesaret gösterisi ve kahramanlık için, ırkçılık için ve gösteriş için savaşan insanın durumu soruldu. ‘Bunların hangisi Allah yolundadır?’ denildi.

Hz. Peygamber, ‘Kim Allah’ın kelimesinin, dininin yücelmesi için savaşırsa o Allah yolundadır.’ buyurdu.” (Tirmizi, Cihad, 16.)

Dolayısıyla bir insanın Allah katında şehit olabilmesi için mümin olması, Allah için savaşması ve Allah yolunda öldürülmesi gerekir. Şehitlik Müslümanlara özgüdür, bu itibarla Müslüman olmayanlar, şehit olamazlar.

ŞEHİTLİK ÇEŞİTLERİ

HAKİKİ ŞEHİTLER

İslam’ın bilinmesi, tanınması ve yücelmesi, vatan, mal, can ve namus savunması için savaşırken ölen akıllı ve ergen Müslümanlara din dilinde “hakiki şehit” denir. Mesela Bedir ve Çanakkale savaşında öldürülen Müslümanlar hakiki şehitti.

Peygamberimiz (s.a.s.), “Allah yolunda öldürülen şehittir. Allah yolunda ölen şehittir.” buyurmuştur.(Müslim, İmare, 165.) 

Hakiki şahitler, yıkanmaz ve kefenlenmez, namazları kılınır ve kanlı elbiseleri ile defnedilir. (Ebu Davud, Cenaiz, 31; Cihad, 40.)

Peygamberimiz (s.a.s.), Mekkeli müşriklerle yapılan Uhut Savaşı’nda şehit olanların kanlı elbiseleri ile ikişer, üçer kabre defnedilmesini, Kur’an’ı iyi ve çok okuyan şehidin önce kabre konulmasını emretmiş:

Hakiki şehit sayılabilmesi için ölenin büluğa ermiş, akıllı ve Müslüman olması, din ve vatan için yapılan bir savaşta veya canını ve malını savunurken haksız yere öldürücü bir aletle öldürülmüş olması gerekir.

AHİRETTE ŞEHİT SEVABI ALACAK OLAN ŞEHİTLER

Bunlar: Allah yolunda yapılan savaşta yaralandıktan sonra yiyip içen, uyuyan, tedavi gören, başka bir yere nakledilen ve daha sonra ölen kimseler ile deprem, yangın, sel felaketi, afet ve benzeri musibetlere maruz kalarak ölen, mide ağrısından ölen, doğum sırasında ölen, suda boğularak ölen, kolera, veba ve verem gibi bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp ölen, göçük altında kalarak ölen, ilim yolunda ölen ve yanlışlıkla öldürülen Müslümanlardır.

Şu hadislerde bu kimselerin bu anlamda şehit oldukları bildirilmektedir

Allah yolunda öldürülmenin dışında şehitlik yedi çeşittir: Veba hastalığına yakalanıp ölen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir. Zatürre hastalığına yakalanıp ölen şehittir. Mide hastalığı sebebiyle ölen şehittir. Yangında ölen şehittir. Göçük altında kalıp ölen şehittir. Doğum yaparken veya loğusa iken ölen kadın şehittir.” (Ebu Davud, Cenaiz, 14.)

Haksız yere malı alınmak istenir ve kişi malını vermemek için karşı koyarken öldürülürse şehittir.” (İbn Mace, Hudud, 21.)

Haksız yere malı alınmak istenen, malını vermemek için mücadele veren ve bu yüzden öldürülen kimse şehittir.” (Ebu Davud, Sünnet, 32.)

Malı sebebiyle öldürülen kimse şehittir. Eşi ve çocukları için öldürülen veya canını korumak için öldürülen veya dini sebebiyle öldürülen kimse şehittir.” (Ebu Davud, Sünnet, 32.)

Bu şehitler, savaş alanında düşmanlarca öldürülen şehitlerden farklı olarak yıkanırlar, kefenlenirler ve cenaze namazları kılınıp defnedilirler. (bk. Darakutni, es-Sünen, Siyer, V, 206, No: 4207.)

İnsanın beyin, kalp, beden ve diğer organları, işlevlerini bütünüyle yitirdiği, canlılığını kaybettiği, ruh bedenden ayrıldığı zaman ölüm gerçekleşir. Bu durum, Allah yolunda öldürülenler için de söz konusudur. 

Ancak “Allah yolunda öldürülenler için ölüler demeyin, hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 2/154.) ayetinde Allah yolunda öldürülenlere ölüler denilmemesi emredilmektedir.

Şehitlere ölüler demeyin.” demek onlar hakkında “ölüler”diyerek ulu orta konuşmayın demektir. Ayette, şehitlerden saygıyla söz edilmesi gerektiğini belirten mecazi bir anlatım vardır.

Diğer taraftan ölen insan, yemez, içmez, herhangi bir şeyden zevk almaz, sevinmez. Hâlbuki şehitler böyle değildir. Çünkü şehitler, görünürde ölmüş olsalar bile Allah’ın kendilerine bahşettiği özel bir hayatla diridirler. Onların hissetme, lezzet ve zevk alma kabiliyetleri vardır. Allah katında onlara bol nimetler, geniş rızıklar sunulmakta ve onlar mutlu bir hayat yaşamaktadırlar fakat dünyadaki insanlar bunu fark edemezler. Çünkü şehitlerin hayatları mahiyet bakımından dünyadakilerden farklıdır.

Uhut Savaşı’na katılmayanlar, bu savaşta ölenler hakkında “Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi.” (Âl-i İmran, 3/168.) diyenlere cevap olmak üzere şöyle buyrulmuştur

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Onlar, Rableri katında rızıklandırılırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetler ile sevinirler, arkalarından kendilerine ulaşamayan, henüz şehit olmayan kimselere ‘kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini’ müjdelemek isterler. Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. Şüphesiz Allah, müminlerin ecrini zayi etmez.” (Âl-i İmran, 3/169–170.)

Ölüm olayı, ruhun bedenden ayrılmasından ibarettir. Ölen ruh değil bedendir. Ölüm ile ruh bedeni terk eder, beden canlılık fonksiyonunu tamamen kaybeder ve zamanla toprakta çürür, ruh ise varlığını sürdürür. İşte şehitlerin ruhları ahiretteki güzel makamlarını görerek mutlu olur ve cennet nimetlerinden faydalanırlar. (Müslim, İmare, 121; Tirmizi, Cihad, 13.)

Şehitler ölmez.” söylemini böyle anlamamız gerekir. Allah yolunda öldürülenlerden “ölüler” diye değil, “şehitler” diye bahsetmemiz, onların Allah katında çok saygın olduklarını bilmemiz ve bu bilinçle davranmamız gerekir.

ŞEHİTLERİN MÜKÂFATLARI

1.Şehitlerin mükâfatı imrenilecek kadar çoktur.“Şehit cennettedir.”(Ebu Davud, Cihad, 25.) buyuran Peygamberimiz (s.a.s.), şehitlerin mükâfatını şöyle bildirmiştir: “Hiç kimse cennete girdikten sonra -bütün dünyaya sahip olsa bile- tekrar dünyaya dönmek istemez, sadece şehitler, kendilerine verilen nimetler sebebiyle dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu ederler.” (Buhari, Cihad, 21.)

2.Bir insan şehit olunca varsa günahları bağışlanır.“Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım.” (Âl-i İmran, 3/195.) Bu ayette Allah yolunda hicret eden, birtakım eziyetlere katlanan, Allah yolunda savaşan ve şehit edilenlerin günahlarının bağışlanacağı ve cennete konulacağı bildirilmektedir. Peygambere iman ettiği için kavmi tarafından şehit edilen bir mümin hakkında Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Şehit edildiğinde kendisine, gir cennete!” denildi. O da “keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilselerdi!” dedi.” (Yasin, 36/26–27.)

Ayette, iman ettiği için şehit edilen kimseye üç mükâfat vaat edilmiştir: Cennete konulması, bağışlanması ve cennet nimetlerinden ikram edilmesi. Ancak şehitlerin kul hakları varsa Peygamberimiz bunun bağışlanmayacağını bildirmiştir: “Şehidin borcu hariç bütün günahları bağışlanır.” (Müslim, İmare, 119.)

3.Şehitler ahirette peygamberler, sıddıklar ve salihler ile beraber olurlar.“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddık, özünde, söz, iş ve işlemlerinde dosdoğru olanlarla, şehitlerle ve iyi, salih kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/69.)

4.Şehitler, ahiret sıkıntısı çekmezler ve yakınlarına şefaatçi olurlar.Şehit olur olmaz bağışlanırlar. Cennetteki makamları gösterilir. (İbn Mace, Cihad 16; Tirmizi, Cihad, 25.)

Gazi”, Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehit olmayı arzu ettiği hâlde savaş alanında ölmeyen, yaralanıp sağ kalan kimseye verilen manevi bir unvandır. Gazi, şehit olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı o da şehitler gibi değerlidir.

Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı canıgönülden isterse, yatağında ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim, İmare, 157.)

Vatan”, kutsal değerlerimizin, kültürümüzün, hatıralarımızın ve eserlerimizin toplandığı en kıymetli varlığımız, özgürce yaşadığımız, çalıştığımız, eğitim öğretim gördüğümüz, çalışıp rızkımızı kazandığımız, serbestçe seyahat ettiğimiz, inancımızı yaşadığımız, okulumuz, evimiz ve semalara yükselen minareleri ile camilerimiz canımız ve her şeyimizdir.

Vatanı kalkındırmak, geliştirmek, terörden, saldırıdan ve düşman tehlikesinden korumak, gerektiğinde vatan için malımız ve canımız ile fedakârlık yapmak, şehit olmak dinî ve vatani görevimizdir.

Şair dediği gibi“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”Vatan için gerektiğinde savaşırız, şehit veya gazi oluruz. Bu, Rabbimizin bir buyruğudur:

Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın.” (Bakara, 2/190.)

Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve atlar, savaş araç gereçleri hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.” (Enfal, 8/60.)

Dünyada, namus ve şerefimizi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak, ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkündür. 

Namusumuzu korumamız ve dinî görevlerimizi gereği gibi yerine getirmemiz yine vatan sayesinde mümkün olur. Bu sebeple yüce dinimiz İslam, vatanın korunmasına büyük önem vermiştir.

Vatanı korumak hem dinî hem millî bir görevdir. Vatanı saldırıdan korumak, gerektiğinde savaşmak, savaştan kaçmamak Rabbimiz ve peygamberimizin emridir: “Ey iman edenler! Savaş düzeninde iken kafirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönmeyin, savaştan kaçmayın.

Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme ya da diğer bir birliğe katılmak durumu hariç- böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o, Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası.” (Enfal, 8/15-16.)

Düşmanla karşılaştığınız zaman sabır ve gücünüzle karşı koyunuz. (Müslim, Cihad, 20.)

İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri de Allah yolunda, gece vakti karakolda ve sınırda bekleyen, nöbet tutan ve düşman gözleyen göz.” (Tirmizî, Fedailü’l-Cihad, 12.)

Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında ölürse yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur.” (Müslim, İmare, 163.)

Bu cennet vatanı canlarını vererek bizlere emanet eden tüm aziz şehitlerimize cenabı Alah'tan rahmet diliyorum Gazilerimize ise cenabı Allah'tan sağlık sıhhat afiyet huzur esenlik diliyorum bütün gazilerimize şükranlarımı ve minnetlerimi sunuyorum

NOT: BU YAZIMIZ 28 MART 2018 TARİHİNDE YAYINLANMIŞTIR 24 OCAK 2020 TARİHİNDE ELAZIĞ İLİMİZDE YAŞANAN DEPREM DOLASIYLA TEKRAR YAYINLAMA ZARURETİ GÖRÜLMÜŞTÜR

Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun

Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı

Twitter.com/@Salihkebapcii

22 Ocak 2020 Çarşamba

MADDELER HALİNDE ÖLÜNÜN ARDINDAN YAPILAN YANLIŞLAR


Aziz Dostlar Mü’minlerin bu fânî dünya hayatında birbirlerine karşı vazifelerinin sonuncusu; vefât eden din kardeşlerinin cenâzesine iştirak etmek, cenaze namazını kılmak ve onu kabrine defnetmektir. Bu, mevtâya karşı son vazife olduğu gibi, geride kalan yakınlarına karşı da bir kadirşinaslıktır Müslümana yakışan, sevinçli anlarında olduğu gibi kederli zamanlarında da din kardeşlerinin yanında olabilmektir. İşte cenâze, bu kederli anların en acı ve ibretli olanıdır.

Kıymetli Kardeşlerim Cenâze merasimlerinde gönüller, derin bir tefekkür, ayrılık acısı ve hüzün ikliminde rakikleşir. Vefât eden din kardeşlerinden ibret alabilenler ömürlerinin geride kalan kısmını Cenâbı Allah'ın emirlerine daha büyük bir hassâsiyetle riâyet noktasında nefislerini muhâsebe imkânı bulurlar Hâl böyleyken, günümüzde cenâzenin bu ulvî muhtevâsıyla tezat teşkil eden ve İslâmî âdâba uymayan birtakım hâl ve davranışlarla karşılaşılmaktadır.

Değerli Kardeşlerim Kimi cehâletten, kimi gafletten, kimi menfaatperestlikten kimiyse bâtıl din ve kültürlerin yoğun tesirinde kalmaktan kaynaklanan bu bid’at ve yanlışlıkların başlıcalarını maddeler hâlinde bazı maddelerin üzerinde durarak açıklayarak yazmaya çalışalım inşallah

1)Cenâzeye çelenk göndermek.
2)Cenâzenin katafalka konularak saygı duruşunda bulunulması.
3)Cenâzenin hayattayken vazife yaptığı yerlere götürülerek başında merasim yapılması
4)Bando gibi benzeri çalgılar eşliğinde teşyî edilmesi.
5)Cenâzenin zarûret olmadığı hâlde morgda gasilhanede veya soğuk depolarda bekletilmesi.
Zira İslâm’da cenâzeyi bekletmeyip bir an önce defnetmek esastır. Resûlullah Efendimiz’in bu hususta pek çok îkâzı bulunmaktadır. Nitekim Talha ibni’l-Berâ hastalandığında Peygamber Efendimiz onu ziyarete gitmiş, yanından çıkınca da orada bulunanlara şöyle buyurmuştur
Talha’ya ölümün yaklaştığını görüyorum. Ölecek olursa bana haber verin. Techîz ve tekfîn işlerinde elinizi çabuk tutun. Çünkü bir Müslümanın cesedini ailesinin yanında bekletmek uygun değildir.”(Ebû Dâvûd, Cenâiz, 34)
Üç şeyi geciktirme! Vakti giren namazı, hazırlanan cenâzeyi ve (evlendirmek için) dengini bulduğun kocasız kadını.”(Tirmizî, Salât, 13/171)
6)Cenâzeyi kaynar veya soğuk su ile yıkamak da yanlıştır. Zira diriye gösterilen şefkat ve hassâsiyetin cenâzeye de gösterilip ılık suyla yıkanması îcâb eder. Cenaze ılık suyla yıkanır
7)Cenâzeyi bulunduğu yerden başka bir yere veya memleketine götürüp orada defnetmek de günümüzde sıkça karşılaşılan yanlışlıklardan hatalardan biridir. Cenâze ancak, öldüğü beldede bir Müslüman mezarlığı yoksa başka bir yerde defnedilebilir. Mezar mezar toprak toprak aynı topraktır hiç bir şey değişmemektedir Bu da mühim bir hassâsiyettir.
8)Cenâze hizmetlerinin yaşayanlara yönelik gâyelerinden biri, ölümü hatırlamak, âhiret âlemini düşünmek ve ibret almaktır. Hattâ bu maksadı ihlâl edebileceği endişesiyle cenâzeyi teşyî ederken yüksek sesle Kur’ân-ı Kerîm okumak, tekbir getirmek ve zikir çekmek bile bazı âlimler tarafından hoş karşılanmamıştır. Bundan dolayı; tevâzu, hiçlik, sâdelik ve samimiyetin hâkim olması gereken cenâze hizmetlerinde, gösteriş ve israfa sebep olan merasimlerin icrâ edilmesi doğru değildir.aynı zamanda dinen caiz de değildir
9)Kadınların cenâze namazında erkeklerin arasına karışması ve mecburiyet yokken kabre gitmeleri doğru değildir. Erkekler için büyük bir fazîlet olarak teşvik edilen cenâze namazı ve kabre defin vazifesi, kadınlar için hoş karşılanmamış,tenzîhen mekruh”kabul edilmiştir.Zira fıtraten şefkat ve merhamet hissiyâtı yüksek olan kadınların böylesine acı ve hüzünlü durumlarda uygun olmayan davranışlarda bulunmaları kuvvetle muhtemeldir. Kadınlar erkeklerin arasına karışmasalar bile cenâze namazı için gidip saf tutmaları mekruhtur.
10)Ölünün ardından yüksek sesle feryâd ü figān ederek ağlamak üstünü başını parçalamak tepki göstermek doğru olmadığı gibi dinen de asla caiz değildir
Hazret-i Enes’ten rivâyet edildiğine göre,Resûlullah, çocuğunun mezarı başında feryâd ederek ağlayan bir kadının yanından geçmişlerdi. Ona
“–Allah’tan kork ve sabret!”buyurdular.
Kadın
“–Çekil git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, Sen’in başına gelmemiştir!” dedi.
Kadın, Resûlullah Efendimiz’i tanıyamamıştı. Kendisine, O’nun Allah Resûlü olduğunu söylediler. Kadın bunu duyar duymaz Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in kapısına koştu. Orada kendisini engelleyen herhangi bir kimse olmadığı için, doğrudan Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıktı ve:
“–Yâ Resûlâllah! Siz’i tanıyamadım.” diyerek özür diledi.
Allah Resûlü büyük bir merhametle o kadına şu nasihatte bulundular:
“–Hakikî sabır, felâketin ilk ânında gösterilendir!”(Buhârî, Cenâiz, 32)
11)Mâtemi aşırıya götürmek, haftalarca, aylarca yas tutmak, hayata küsmek, müslümanca bir davranış olmadığı gibi dinimizce doğru bir davranış olarak karşılanmamıştır
12)Ölünün ardından kötü konuşmak, geçmişlere vefâsızlık etmek ve onları unutmak da doğru değildir.
13)Kabre doğru namaz kılmak veya kabir üzerine mescit inşâ etmek de yanlıştır doğru değildir.
14)Şatafatlı mezarlar yapmak ve mezar taşlarına aşırı iltifatlarla dolu ifâdeler yazmak, İslâm ahlâkına da kulluk âdâbına da uygun değildir. Ölen kişi ne kadar fazilet sahibi biri olursa olsun, onun Cennetlik olacağını biliyormuş gibi teminat verircesine kat’î ifâdelerde bulunmaktan sakınmak gerekir.
15)Ölü İçin Para karşılığı Kur’an Okumak Caiz Midir? Defin sırasında veya daha sonra, ölü içinpara karşılığında” Kur’ân okumak ve okutmak, hatim indirmek ve indirtmek, yine ölü için muhtelif gün ve yıl dönümlerinde ücret mukâbili” mevlid okumak ve okutmak, ziyafet vermek, dinen asla caiz değildir bilakis bid’at sayılmıştır.
Ölüm münâsebetiyle Kur’ân okunmasının, okuyan için sevâba vesîle olacağı gibi ölene de fayda sağlayacağı ümîd edilir. Lâkin bunun bir başkasına ücret mukâbili ile yaptırılması ve Kur’ân okuyanların Allah rızâsını değil de alacakları para veya hediyeyi gâye edinmesi, bu fiilin bütün fazîlet ve ecrinin zâyî olmasına sebebiyet verir. Bütün sevapları fazileti ecri ve mükafatı zayi eder
16)Cenâzenin defninden sonra uygulanandevir”âdeti de bid’at hâline getirilen işlerdendir. Mevtâyı ibadet borçlarından kurtarmak niyetiyle yapılan “iskāt”ı, bir “hîle-i şerʼiyye”ye çevirmemek îcâb eder.
17)Mal hırsına ve nefsânî arzulara kapılarak, mîras yüzünden akraba ile düşman hâline gelmek de son derece yanlış bir durumdur. Mü’minler, mîrâsı Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde taksim etmeli, akrabalık bağlarını zayıflatacak bir davranışa mahal vermemelidir.
Maalesef bugün, îman ve İslâm ile irtibatları zayıflamış bulunan niceleri, Allâh’ın takdir ve taksîmine rızâ göstermeyerek akraba arasına öfke ve dargınlık ateşi düşürmektedirler.
Hâlbuki Cenâb-ı Hakk’ın bu husustaki emirlerine uymayanlar için, çok ağır tehditler vârid olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok mevzu ana hatlarıyla anlatılırken, mîrâsın nasıl taksim edileceği hususu, tafsilâtıyla ve en açık ifâdelerle net bir şekilde beyân edilmiştir
18)Ölünün ardından;yedisi,kırkı veya elli ikisi gibi belli gün ve gecelerde mevlid veya hatim gibi merasimler tertib etmek hususunda da Kur’ân-ı Kerîm’e veya hadîs-i şerîflere dayanan herhangi bir bilgi veya tavsiyeye rastlanmamıştır. Dinen caiz değildir hurafedir bid'attir Günümüzde bu durum maalesef bir dini emirmiş gereklilikmiş gibi algılanmaya başlandığına şahit oluyoruz Bu uydurulmuş ihdas edilmiş günleri ifa etmemek günah filan değildir hiç kimsede bu günleri ifa etmediği için günaha girmez günah işlemiş sayılmaz Vefât eden mü’min için her zaman istiğfâr etmek, onun adına sadakalar vermek ve Kur’ân-ı Kerîm okumak lâzımdır. Bunu yapmayı belli günlere hasretmek, vefât edenleri diğer günlerde unutmaya, dolayısıyla daha az hatırlamaya sebep olur.
Mühim bir hususu arz etmeden geçmeyelim burada camilerdeki cami görevlilerine de çok büyük vazifeler ve sorumluluklar düşmektedir hoca efendiler para alacak hediye verilecek yemek ikram edilecek ilgi alaka itibar görecek hoş karşılanacak şirin gözükmek için dinimizde yeri olmayan bugünlere ne pahasına olursa olsun iştirak etmemelidir Cami görevlileri dinimizde yeri olmayan hurafe bid'at günlere destek vermemelidir destek vermedi iştirak etmedi diye bu hususta diyanet işleri başkanlığının da yaptırım uygulamayacağına inanıyorum
Cami görevlilerine sorun dinimizde ölünün arkasından 7'si 40'ı 52'si var mıdır? Yoktur diyecekler yoktur dedikleri zaman akabinde şu suali yöneltin peki neden siz bu olmayan günlere iştirak ediyorsunuz? Hiçbir cami görevlisi buna cevap veremez kıvırır dururlar çok açık ve net bir şekilde söylüyorum ve tekrar ediyorum büyük harflerle de yazıyorum
DİNİMİZDE ÖLÜNÜN ARKASINDAN YAPILAN 7'Sİ 40'I 52'Sİ GÜNLERİN OLMADIĞINI BUNUN HURAFE BİD'AT OLDUĞUNU CAMİLERDE GÖREV YAPAN HOCA EFENDİLERDE GAYET İYİ BİLİRLER LAKİN PARA ŞAN ŞÖHRET MAKAM MEVKİ MENFAAT İÇİN GÖZ YUMAR DİNLERİNİ SAHİH DİNİ BİLGİLERİ DÜNYALIK İÇİN SATARLAR
EZCÜMLE HOCA EFENDİLER DİNLERİNİ PARA ŞAN ŞÖHRET MENFAAT İÇİN SATMAYACAK!!!
Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı

Görüntüleme Sayısı