Şüphesiz
ki Rabbimizin biz âciz kullarını muhatap almaya tenezzül
buyurarak yüce kelâmını lutfetmiş olması; mü’minler için
nâiliyetlerin, mazhariyetlerin, iltifatların, şeref ve izzetlerin
en yücesi, en muhteşemi ve en müstesnâsıdır Zira;
Kur’ân-ı Kerîm; kullarını seven, rahmet ve mağfiretiyle
esirgeyen, sayısız nimetleriyle perverde kılan Yüce Rabbimizin,
katından lutfettiği, iki cihânın huzur ve saâdet haritasıdır.
Bu
yüce kitap, ilâhî imtihanlarla dolu hayat dershânesinin yegâne
ders kitabıdır.Bu yüce kitap, nefsânî ve şeytânî marazların
(hastalıkların) kıskacında gaflet ve cehâlet illetine müptelâ
olmuş çâresizlerin şifâ reçetelerini veren ilâhî hikmetler
eczâhânesidir.
Bu
yüce kitap, insanoğluna ebedî kurtuluş ufuklarını göstermek
üzere, Rabbimizin en emîn ve azîz elçileriyle gönderip bir harfi
bile tahrif edilmemek üzere hıfz u emânına alarak muazzam bir şan
ve şeref bahşettiği, mûcizelerle dolu bir hidâyet ve istikâmet
mektubudur.
Düşünmek
îcâb eder ki, herhangi birimize resmî makamlardan bir mektup gelse
ve o mektup -farazâ- mâlî bir konuyla alakalı olsa, onu tekrar
tekrar okur, anlayamadığımız veya ihmâl ettiğimiz hususlar var
mı diye bir de mâlî müşâvire veya muhâsebeciye danışırız.
Gelen
mektup, şâyet hukûkî bir belge ise daha da titiz inceler, bir
hukuk müşâvirine danışır, işin aslını esâsını en ince
teferruatına kadar büyük bir ciddiyetle tedkik ederiz. Fânî
dünya hayatımızda bir sıkıntıya düşmemek için bu kadar ciddî
bir alâka gösteririz.
Yine
gurbet diyarında yaşayan çok sevdiğimiz bir büyüğümüzden
gelen mektupları, merak ve iştiyakla, hiç bekletmeden açıp okur,
onu öper koklar, yüzümüze-gözümüze sürer, ömürlük bir
hâtıra kıymetinde görüp îtinâ ile saklarız.
Kur’ân-ı
Kerîm ise; bizleri yoktan var eden, yegâne Hâlık’ımız,
sahibimiz ve kendisine döneceğimiz mutlak merciimiz Allah Teâlâ’dan
gelen bir mektup. Hem bir ebedî saâdet dâvetiyesi, hem de ebedî
azap ihtârı Dolayısıyla fânî mektuplarla kıyaslanmayacak kadar
büyük bir dikkat, ciddiyet ve gayretle anlayıp mûcibince amel
etmemiz zarûrî.
Kur’ân-ı
Kerîm, fânî bir beşerin sözü değil, en fasih ve beliğ beşer
sözlerini bile âciz bırakan Kâinâtın Hâlıkı’nın mûcize
hitâbı, katından gönderdiği en mukaddes emânetidir. Onun
menbaının tamâmen ilâhî olduğu ve onda hiçbir beşer izi
olmadığını ifâde sadedinde âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur
“Rasûlüm!
Sen, bu kitap sana indirilmeye başlamadan önce ne bir kitap okuyor,
ne de onu elinle yazıyordun. Eğer bunları yapmış olsaydın,
Kur’ân’la ilgili bâtıl iddialar peşinde koşanların, onun
Allah’tan geldiği gerçeği konusunda şüphe duymaya bir
mâzeretleri olabilirdi.”(Ankebût,
48)
Bütün
muhabbetlerin mutlak menbaı olan Rabbimizin bu ilâhî fermânına,
bâkî olanın fânî olana üstünlüğü nisbetinde yüksek bir
îtinâ ve ihtiram göstermek gerektiği muhakkaktır.
Nitekim
Rabbimizin bizlere örnek nesil olarak takdîm ettiği ashâb-ı
kirâm, Kur’ân-ı Kerîm’e muazzam bir hürmet ve muhabbet
göstermiş ve onun tebliği uğrunda fedakârlıkta bulunmayı
canlarına minnet bilmişlerdir.
Bu
bakımdan, Rabbini gerçekten seven bir mü’min, Kur’ân-ı
Kerîm’i bir ömür elinde, dilinde, kalbinde ve hayatının
merkezinde tutar. Onu gözünün nûru, gönlünün sürûru bilir,
başının tâcı eder. Böyle mü’minlere de ebedî âlemde
yıldızları kıskandıran ziyâsıyla nurdan taçlar lutfedileceği,
hadîs-i şerîfte şöyle müjdelenmektedir
“Kim
Kur’ân-ı Kerîm’i okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü,
o kişinin anne ve babasına bir taç giydirilir. Bu tâcın ışığı,
güneş dünyadaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan
daha güzeldir. Öyleyse Kur’ân-ı Kerîm’le bizzat amel edenin
ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?”(Ebû
Dâvûd, Vitir 14/1453)
HAYIRLA
KALIN ALLAH'A EMANET OLUN
ARAŞTIRMACI
İLAHİYATÇI EĞİTİMCİ YAZAR
SALİH
KEBAPÇI Twitter.com/@Salihkebapcii