Kur’ân-ı
Kerîm, Allah Teâlâ tarafından biz insanlara gönderilmiş büyük
bir hidâyet rehberidir. Allâh’ın kelâmıdır. Gökten
indirilmiş, sağlam bir iptir. O’na uyan, doğruya uymuştur;
ondan ayrılan sapıtmış ve yolunu kaybetmiştir.
Kur’ân-ı
Kerîm, bu kadar ulvî husûsiyetlere sahipken, ondan bütün
insanlar aynı şekilde istifade edemez. Çünkü o, mü’minin
îmanını, kâfirin küfrünü arttırır.
Kim,
ona hangi gözle bakarsa, orada kendi hâlini görür. O, âdeta bir
endam aynasıdır. O hâlde Kur’ân-ı Kerîm’den istifade etmek
için öncelikle îman sahibi olmak gerekir.
Ancak
îman sahibi olmak bile yeterli değildir; bir de “takvâ sahibi”
olmak gerekir. Bu husus, Fâtiha’dan hemen sonra gelen ilk
âyetlerde açıkça ifade edilmiştir
“Elif,
Lâm, mîm. O kitap (Kur’ân);
onda aslâ şüphe yoktur. O müttakîler için bir yol göstericidir.
Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz
mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve
senden önce indirilene îman ederler. Âhiret gününe de kesinkes
inanırlar.”(Bakara,
1-4)
Demek
ki Kur’ân-ı Kerîm’in insana yol göstermesi, rehberlik yapması
ve onu karanlıklardan aydınlığa çıkarması için îman sahibi
olmak, namaz ve zekât gibi sâlih amellerle o îmanı takviye etmek
yetmiyor, bir de bunu, “takvâ” boyutuyla yaşamak gerekiyor.
İşte o zaman Kur’ân kendini açıyor, sırlarını ayân ediyor.
O insanın yolunu da, kalbini de aydınlatıyor
Bunun
dışında Kur’ân; hissedilerek, yaşanarak, düşünülerek
okunmalıdır. Rabbimiz, bizi “ey akıl sahipleri” diye muhatap
alıp, “ibret almıyor musunuz, düşünmüyor musunuz?!” diye
îkaz ediyor. Kur’ân bize tefekkürün anahtarlarını veriyor.
Kendimizi, kâinâtı okumak için Kur’ân’ın rehberliğine
ihtiyaç duyuyoruz.
Peygamber
Efendimiz, Kur’ân-ı Kerîm’i çok kısa bir sürede defalarca
hatmetmek isteyen ashâbına sınırlar koymuş ve “tefekkür
etmeye fırsat olacak kadar” yavaş yavaş okumalarını tavsiye
etmiştir.
Demek
ki, mühim olan, anlamadan, tefekkür etmeden, hayata geçirmeden
hızlı hızlı okuyup bitirmek; pek çok sayıda hatmetmek değil!
Yoksa, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın 12 yılda Bakara
Sûresi’ni tamamlamasını ve ardından bir kurban kesmesini
anlayamayız.
Zaten
ibadetler, bir sayı kalabalığı değildir. Şartlarına riâyet
etmeden, tâdil-i erkâna, huşû ve hudûya özen göstermeden hızlı
hızlı kılınan binlerce rekât namaz mı, yoksa iliklere kadar
hissedilen, Allâh’ın huzurunda olduğu şuuruyla kılınan iki
rekât namaz mı daha değerlidir?
Sayı
mı, keyfiyet mi? Aynı mantığı Kur’ân-ı Kerîm okuyuşumuza
da tatbik etmek lâzımdır. Meselâ bir Fâtiha-i Şerîfe’nin
tefsirini okuyup her gün Rabbimizle ne konuştuğumuzu öğrenmek mi
önemlidir, yoksa ne dediğimizi bilmeden defalarca bu ve benzeri
sûreleri okumak mı?
Peygamber
Efendimizin Kur’ân okuyuşunu da göz önüne getirmeliyiz. O,
okuduğu her âyetin mânevî hâline bürünürdü. Bazen sevinçle
tekbir getirir, bazen Allâh’ın sanat ve azametini itirafla tesbih
ve takdiste bulunur; bazen gözlerinden boncuk boncuk yaşlar
boşanırdı.
Kur’ân-ı
Kerim, bize indi. Bize yol gösterecek O hâlde gönlümüzü,
zihnimizi ona açmalıyız. Onu anlamak ve yaşamak için okumalıyız.
Ona gösterdiğimiz hürmet, edeb ve onu anlamak için sarfedeceğimiz
gayret kadar kalbî derinliğimiz artacak, îman ve takvamız
ziyâdeleşecektir.
Rabbimiz,
bizi, Kur’ân-ı Hakîm’in gerçek talebelerinden eylesin. Âmin.
Hayırla
Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı
İlahiyatçı Eğitimci Yazar
Salih
Kebapçı Twitter.com/@Salihkebapcii
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder