Sır saklamak bir irade imtihanıdır Bu imtihanı kazanmayan hayatta hiçbir imtihanı kazanamaz | Hazreti Ali

20 Nisan 2020 Pazartesi

BEREKETLİ ZAMAN DİLİMİ RAMAZAN MEKTEBİ


Kıymetli Dostlar Ramazan ayı, müminler için bir eğitim ve öğretim ayıdır. Bu ay, ibadetler ve hayırlar için özel ve verimli bir aydır. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı bu aydaki bu hâtırayı ebedîleştiren Dinimiz Kur’an’ın sunduğu hayat düzenini yaşayabilmeleri için, müminlerin muhtaç olduğu bedenî ve ruhî eğitimi bu feyizli aya tahsis etmiştir. Ramazan ayını incelediğimizde, onun dünyamızın amelî eğitim yaptıran çok güçlü bir mektebi olduğunu görürüz.

Bu yüce mektebin namaz, oruç, fıtra, Kur’an okumak ve dinlemek, çok çok zikir yapmak gibi müfredatını uygulayan, geçmiş on bir ayın muhasebesini yapan ve gelecek on bir aya bedenen ve ruhen hazırlanan ve böylece İslâm Dininin hayat düsturlarını yaşama coşkusuyla dolan müminler Yüce Mevlâ’mızdan rahmet ve rıza diploması alırlar. Ramazan okulunda arz edilen bu olumlu neticeyi alabilmek için Ramazan eğitiminin tek hedefi, mümin hayatının biricik gayesi olan ibadetlerle, ciddî bir kaynaşma lâzımdır.

Değerli Dostlar İbadet; Yüce Rabbimizin namaz, oruç, zekât, hac, Hakk’a çağrı, müminlerle beraberlik, adâlet ve cihad gibi her bir emrini uygulamaktır. Peygamberimizin öğütlediği af, merhamet, tevazu, sevgi ve saygı gibi ahlâkî güzellikleri yaşamaktır. Fâiz, zina, içki, kumar, bencillik, zulüm, riya ve yalan gibi İlâhî yasaklardan sakınmaktır. Hayatının her bir safhasında gerçekleştirmekle emrolunduğu ibadet hayatını mümin, özellikle Ramazan ayında tabiîleştirecektir. Dinimizin, tatbik etmediği emirlerini ifa etmek, kaçınmadığı yasaklarından sakınmak için nefsini kontrol altına alarak ciddî bir eğitime tâbi tutacaktır.

Ramazan bir eğitim ayı olduğu için, çeşitli kusurları ve faydasız alışkanlıkları olan müminler bu mübarek ayı nefisle cihad mevsimi bilmelidirler. Her çeşit haram ve kötü alışkanlıklardan kaçınma ve ihmal ettikleri İslâmî görevlerini yeniden hayata geçirme hususunda nefsiyle sıkı bir savaş vermelidirler. Hayat nizamı olan Kur’an’ın Peygamberimize indirilmeye başlandığı Ramazan ayında müminler, nefislerine Kur’an terbiyesini tatbik etmelidir. Nefislerini fiilen Kur’an hayatına intibak ettirirken Kur’an’la fikrî bağlarını geliştirmeye çalışmalıdır.

Aziz Dostlar Peygamberin sünnetini izleyerek Ramazan ayında özellikle Kur’an’ı okumaya, dinlemeye, anlamaya, yaşamaya önem vermelidir. Kur’ân-ı Kerim’in Allah’ın Kitabı olduğuna iman eden insanlar olarak Kur’an ayetlerini bu Ramazan ayında nazil oluyormuş gibi imanî bir heyecanla okumalı, dinlemeli ve üzerinde tefekkür etmelidir. Ramazan ayı, her şeyden önce Kur’an ayıdır

Kur’an okumasını bilmeyenler, Ramazan gecelerini bu öğrenime ayırmalıdır. Kur’an okumasını bilenler de Kur’an’dan dersler takip etmeli, fakat yalnız yüzünden okuma ile yetinmemelidir. Kur’an mealleri ve tefsirleri Kur’an ayetlerini açıklayıcı değişik konulardaki muteber eserleri okumalı, vakitlerini değerlendirmelidir. Öz ifadeyle Ramazan, müminler için bir eğitim ayı olduğu gibi bir öğretim ayı da olmalıdır.

Sevgili Dostlar Ramazan, her şeyden önce Kur’an ayı olduğu kadar tefekkür ve muhasebe ayıdır, diriliş ve uyanış ayıdır, arınma, yenilenme ayıdır. İlim değerlendirilen, ibadeti günün ve gecenin her dakikasına yayma gayreti gösterilen, manevi özelliklerin, takva, sabır ve tövbenin öne çıktığı bereketli zaman dilimidir Ramazan güzel alışkanlıkların edinileceği aydır. Terâvihler, nâfile ibâdetlere, sahurlar teheccüd saatinde kalkıp gece namazına alışmak için büyük bir fırsat olduğu gibi, mukabeleler, Kur’ansız ve Onun anlaşılması ve yaşanması için gayretsiz günün geçirilmemesi gerektiğini öğretir, alıştırır.

Ramazan, kötü alışkanlıkları bırakmak için bulunmaz bir fırsattır. İçkiciler bile Ramazanda içmez veya çok azaltır. Cehennem kapıları kapandığı gibi, meyhane ve kimi haram eğlence yerlerinin kapılarına da Ramazanda kilit vurulur.

Ramazan orucu”mü’minlere farz kılındı. Oruç, Sevgili Peygamberimiz’in Medîne’ye hicretinin on sekizinci ayında, kıblenin Kâbe’ye çevrilmesinden sonra, Şaban ayı içinde emredildi böylece ramazan orucu farz kılınmıştır

Ey îmân edenler! Oruç, sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” Bakara, 183

İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.” Buhârî, Îman 1, 2; Tefsîr 2/30; Müslim, Îman 19-22

Sevgili Kardeşlerim Rasûl-i Ekrem Efendimiz, orucun fazîletini şu hadîs-i şerîflerinde ifâde etmiştir

Azîz ve Celîl olan Allâh İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç ise Ben’im içindir, (bu yüzden onun) mükâfâtını da Ben vereceğim. buyurmuştur.
Oruç kalkandır. Sizden biri oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şâyet biri kendisine söver ya da çatarsa “Ben oruçluyum.” desin.
Muhammed’in canı kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allâh katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç ânı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevâbıyla Rabbine kavuştuğu andır.” Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 163
"İnsanın her ameline kat kat sevap verilir Bir iyilik on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır fakat Allah teala fakat oruç başka o benim içindir mükafatını da ben veririm Zira oruçlu şehvetini ve yemesini benim için bırakır" Müslim, Sıyâm, 164 
Allâh yolunda çift sadaka veren (devamlı infâk eden) kimse, cennetin muhtelif kapılarından Ey Allâh’ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır.» diye çağırılır.
Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihâd kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) dâvet edilirler.” 
Oruç, nâil olduğumuz sayısız nîmetlerin kadrini bildiren, o nîmetleri lutfeden Allâh’a karşı şükran hisleri uyandıran, nefsânî arzu ve temâyülleri bertarâf eden, gönlü maddenin esâretinden kurtarıp sabır” denilen en yüksek ahlâkî meziyete eriştiren bir ibâdettir.
Oruç, yoksulların ve çâresizlerin hâlini anlama şuûru verdiği gibi, kalbi merhamet duygularıyla da doldurur. Nitekim hazîneler emrine verilmiş olmasına rağmen Yûsuf -aleyhisselâm-, fakirlerin hâlinden gâfil kalmamak için kıtlık döneminde hiçbir zaman doyasıya yememiştir. (Bursevî, IV, 284)
Bütün bu hikmetleriyle oruç, sosyal hayattaki kin, haset, kıskançlık gibi toplumu huzursuzluğa boğan menfîlikleri bertarâf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir. Fânî lezzetlerden vazgeçip bâkî lezzetlere nâil olmanın sırrına, Hak Teâlâ’nın emir buyurduğu oruç nîmeti ile kavuşulur. Bu ibâdet, nefsin; yemek, içmek ve şehvetten yana, bitmek tükenmek bilmeyen arzularına karşı insanın şeref ve haysiyetini koruyan bir kalkandır.
Gündüzleri oruçla ihyâ edilen Ramazan ayının gecelerini de terâvîh namazı ile bereketlendirmek, Varlık Nûru Efendimiz’in sünnetidir.
Allâh Teâlâ Ramazan’da orucu farz kıldı, ben de (terâvîh) namazını sünnet kıldım.” İbn-i Mâce, Salât, 173
Ramazan’dan en güzel şekilde istifâde edebilmek için; gündüzleri oruç tutmanın yanında, geceleri de ibâdetlerle ihyâ etmek, her türlü mâlâyânîden sakınarak duâ ve zikir ile dilimizi, istiğfâr ve gözyaşı ile de kalbimizi yıkamak gerekir. Son on günde îtikâfa girmek ise mühim bir sünnet-i seniyyedir. Ramazan gecelerinin ihyâsı, rahmet ve mağfirete vesîle olur. Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur
Kim, inanarak ve sevâbını Allâh’tan umarak Ramazan gecelerini ihyâ ederse geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvîh, 46)
Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, terâvîh namazını cemaat hâlinde kılmamıştır. Herkesin, gücü nisbetinde ibâdet etmesini daha münâsip bulmuştur. Terâvîh namazı, Hazret-i Ebûbekir’in halîfeliği döneminde de ferdî olarak kılınmış, Hazret-i Ömer’in halîfeliği zamânında ise cemaatle kılınmaya başlanmıştır.
Âlemlerin Efendisi -aleyhissalâtü vesselâm-, Ramazan aylarında bütün ibâdet ve ihsânlarını artırır, Rabbiyle doyumsuz bir mülâkât iklîmine girerdi. Nitekim İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle der
Resûllullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlar da Ramazan’da Cebrâîl’in -aleyhisselâm- kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl -aleyhisselâm-, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fezâil 48, 50)
Memleketimizde görülen virüs salgını dolasıyla bu yıl on bir ayın sultanı ramazan ayını evlerimizde geçireceğiz teravih namazlarımızı da evimizde tek başımıza rahatlıkla kılabiliriz bu hususda dinen hiç bir beis yoktur Orucun ardından Bayram Namazı” Sadaka-i Fıtr” emredildi.Fıtır sadakası, bayram namazından önce verilirse makbul bir sadaka olur, namazdan sonra verilirse fıtrın dışında bir sadaka yerine geçer İbn-i Mâce, Zekât, 21.
Zekât, Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi altı yerde namazla birlikte zikredilir. Dört yerde ise müstakil olarak geçer. Bunlardan Mü’minûn Sûresi’ndeki, namazdan ayrı olarak geçmekle birlikte orada da namaz kılanların zekâtlarını verdikleri husûsu ifâde buyrulur. Bunun sebebi, “bedenî” ve “mâlî” olmak üzere iki gruba ayrılan ibâdetlerde, bu ikisinin, birinci sırada ve eş değerli olarak yer almasıdır.
Zekât; mektep, kurs, hastahâne gibi hükmî şahıslara verilmez. Zîrâ o, Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu gibi, sekiz sınıf muhtâca âit bir haktır.Böyle müesseseler, kendilerine verilen zekâtı fakirlerin aslî ihtiyaçları dışında sarf edemezler. Ancak kursta bulunan muhtaç öğrencilere ve i’lây-ı kelimetullâh maksadıyla ilim öğrenen talebelere harcayabilirler.
Zîrâ zekâtın, geçiminden âciz fakirlerin aslî ihtiyaçlarını (havâyic-i asliye) karşılamak üzere verilmesi ve bunun araştırılması, onun sıhhat şartlarındandır. Bu sebeple kendilerine zekât tevdî edilen müesseseler bu prensibe hassâsiyetle riâyet etmelidirler. Aksi hâlde Hak katında mes’ûl olurlar.
Sadakalar (zekâtlar),Allâh’tan bir farz olarak ancak fukarâya (geçimini temin edemeyen, ya da çok zor temin edebilenlere),mesâkîne (hiçbir şeyi olmayanlara),onun üzerine âmil olanlara (zekât toplama memurlarına),müellefe-i kulûba (kalpleri İslâm’a ısındırılması gerekenlere),kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allâh yolundakilere (mücâhidlere, dînî ilim talebelerine vs.) ve yolda kalmışlara mahsustur. Allâh pek iyi bilendir, hikmet sâhibidir.” Tevbe, 60
Dernek ve vakıf gibi hükmî şahıslara da ancak âyette buyrulan sekiz yere ulaştırmaları şartıyla zekât verilebilir. Bu, dikkat edilmesi gereken mühim bir husustur.
Zekât ve sadakalarda nezâket husûsuna da çok dikkat etmek gerekmektedir. Başa kakmak, kötüsünden vermek gibi zekâtı ve sadakayı boşa çıkaran davranışlardan uzak durmak gerekir. Bilhassa veren, alana karşı bir teşekkür edâsı içinde olmalıdır. Çünkü onu farz olan bir borçtan kurtarıp ecre nâil eylemektedir. Verilen sadakalar ise, aynı zamanda, veren kişiyi hastalık ve musîbetlere karşı koruyan birer siper-i sâikadır. Yoksullar, fakirler ve garipler, aslında varlık sâhipleri için büyük bir nîmettir. Zîrâ cennet kapıları, onların duâları ile açılır.
Bilinmelidir ki mülk, mutlak mânâda Allâh’a âittir. İnsanların mülk üzerindeki sâhipliği ise günümüzde yeni îcâd edilen devre mülk usûlüne benzer. Yâni servet, Allâh’ın kuluna geçici olarak verdiği bir emânettir. Bu yüzden fertlerin onu kullanması, birtakım ilâhî ölçülere bağlanmıştır. O, mülkün hakîkî sâhibinin emrettiği istîkâmette kullanılmalı veya sarf edilmelidir. Şâyet servet, ilâhî emirlere zıt bir sûrette kullanılırsa, insanları azdırmaya, türlü kibir, zulüm ve haksızlıklara sürüklemeye çok müsâittir. Böyle bir âfete sürüklenenlerde mal sevgisi, kalbe yerleşir. Cenâb-ı Hakk’ın dünyâ nîmetleri içinde sâdece mal ve evlâdı fitne” olarak zikretmiş olması, bunların kalbe girerek âdeta putlaşması tehlikesine binâendir.
Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı
Twitter.com/@Salihkebapcii-Salihkebap1@gmail.com

13 Nisan 2020 Pazartesi

BOŞANMA İLE İLGİLİ SORULAR VE CEVAPLAR


1)TALAK HAKKI KAÇTIR? BOŞANMAK KAÇ TALAKLA OLUR?
Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allâh’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allâh’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allâh’ın koyduğu kurallardır, bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allâh’ın koyduğu kuralları çiğnerse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” Bakara, 229
Câhiliyede talak sayısı, yani erkeğin kadını boşaması hususunda belli bir sayı yoktu. Kişi karısını defalarca boşardı. Asr-ı saâdette bir kişi hanımına kızıp
-Ben seni ne tutarım, ne de başkasına helâl olman için bırakırım.” dedi. Bunu da; “Boşarım, iddetin bitmesine yakın vazgeçer, tekrar geri alırım.” diyerek açıkladı.
Bu durum, kadın için geleceğine dair umutsuzluk ve kedere düşmesine sebebiyet vereceğinden, mağdur kadın, endişesini Peygamber Efendimiz’e iletti. Bu hâdise üzerine Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmeyi inzal etti.
Bu âyet, kadın için büyük rahmet olmakla birlikte, talâk’ın keyfî olarak kullanılamayacak kadar ehemmiyetli olduğunu, bu hususta dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.
Sünnete uygun boşama hakkı, her biri, kadının aybaşı hâlinde olmamak üzere üçtür. Bir temizlik içinde ancak bir boşama hakkı kullanılabilir. Âdet döneminde boşamak, mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Erkek, âdet döneminde eşini boşadığı için günahkâr olmuştur.
Eğer kadın kocasının kendisini boşamasını ister ve boşanma dâvâsını kendisi önce açarsa, eşinden mehir talep edemez. Eşine mehrini verir ve kendisini boşamasını ister. Günümüzde bu hususa dikkat edilmeyip, boşanma davasını açan kadın, ayrıca mehir talebinde de bulunmaktadır.
2)HÜLLE NEDİR NASIL YAPILIR NE ZAMAN GEREKLİDİR?
İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allâh’ın kurallarına riâyet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allâh’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır.” Bakara, 230
Hülle veya tahlîl, üç kere boşanmış kadını, boşayan koca ile yeniden evlenmesini sağlamak üzere bir başka erkekle -nikâh akdinden ve cinsî münasebetten sonra hemen boşaması şeklinde anlaşarak (muvâzaalı olarak) evlendirmek sûretiyle gerçekleşmektedir.
Böyle bir evlenme, en azından niyetlerde bir “geçici evlenme”dir ve geçici evlenme, Sünnî İslâm’da câiz değildir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- samimî ve evlilik içinde yaşamak niyetiyle olmayıp, tahlîl (hülle) niyetiyle yapılan evliliğin câiz olmadığına,“bu evliliği yapan erkeğe kiralık koç”diyerek ve“hem bu kiralık koçun hem de buna râzı olan kocanın lânetlendiklerini” bildirerek işaret etmiştir. (İbni Mâce, Nikâh, 33; Müsned, I, 83 vd.; Ebû Dâvûd, Nikâh, 16)
3)KADIN HANGİ ŞARTLARDA BOŞANMA İSTEYEBİLİR?
Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini doldurduklarında ya onlarla yeniden evlenip iyilikle tutun ya da iyilikle serbest bırakın. Onları zarar vererek haklarını çiğnemek için nikâh altında tutmayın. Bunu yapan bilsin ki, kendine haksızlık etmiştir. Allâh’ın âyetlerini sakın alaya almayın. Allâh’ın size bahşettiği nîmetleri, Kitap’tan ve hikmetten size öğüt vermek üzere gönderdiklerini dilinizden düşürmeyin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilmektedir.” Bakara, 231
Kocaların, boşama haklarını kötüye kullanarak sevmedikleri veya kendilerini sevmeyen, iyi geçimi ve mutluluğu paylaşamadıkları eşlerini, sırf onlara zarar vermek, intikam almak, başkalarına yâr etmemek için nikâh altında tutmaları, bu âyette yasaklanmış; bunu yapanların yalnızca eşlerine değil, kendilerine de zulmetmiş olacakları bildirilmiştir.
Evet, kendilerine zulmetmiş olmaktadırlar; çünkü eşler “kendilerinden” olan din ve insan kardeşleridir. Geçimsizlik ve nefret içinde yürütülen bir evlilik, taraflar ve yakınları için dünya cehennemidir. Çarpışan iki testiden biri kırılırsa, diğeri de içinden çatlar. İnsanlara zarar verenler, bu dünyada olmazsa ebedî âlemde bunun hesabını vereceklerdir. Ayrıca evlilik birliğinden zarar gören, zarar görmesine rağmen kocası tarafından boşanmayan kadınların hakemlere ve hâkime başvurarak boşanma hakları vardır. (Nisâ, 35)
4)BOŞANAN EŞLER TEKRAR EVLENEBİLİR Mİ?
Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini tamamladıklarında, aralarında mâkul ve meşrû ölçülerde rızâlaştıkları takdirde, boşayan kocalarıyla yeniden evlenmelerine engel olmayın. Bu söylenenler, içinizden Allâh’a ve âhiret gününe îman edenlere verilen öğüttür. Bunlar sizin için en iyi iç ve dış temizliği sağlayan öğütlerdir. Tam mânâsıyla bilen Allah’tır, siz ise bilmezsiniz.”Bakara, 232
Bu âyet-i kerîmenin iniş sebebi şudur: Mâkil bin Yesar, kız kardeşini boşayan adamın, tekrar gelip kız kardeşini istemesi üzerine, buna aslâ izin vermeyeceğini söyler. Kardeşinin boşanması gururunu rencide etmiştir. Hâlbuki kız kardeşinin eşi iyi bir adamdır. Bu hâdise üzerine bu âyetler nâzil olur. (Buhârî, 5130)
Bu âyet-i kerîme, boşanan kadın ve erkeğin, yakın akrabalarına ve onlara tekrar evlenmemeleri hususunda baskı uygulayanlara bir îkaz niteliğindedir. (Üç talâk olmadan) boşanan çiftler, bir müddet sonra aralarında anlaşarak tekrar birleşmek isteyebilirler. Böyle bir duruma mânî olunmaması gerekmektedir. Üç talâkla boşanma gerçekleşmişse, kadın, başka bir evlilikle normal bir evlilik hayatı sürmedikçe, eski kocasına helâl olmaz. Böyle yanlış bir evliliğe ise, yakınlarının müdahale ve îtiraz hakkı vardır.
5)KURANDA BEBEK EMZİRME SÜRESİ VE NAFAKA HAKKI NAFAKA CAİZ MİDİR?
Emzirmeyi tamamlamak isteyen anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Onların örfe göre yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk baba tarafına âittir. Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz. Ne anne çocuğu yüzünden zarara uğratılsın ne de çocuk babasından dolayı zarar görsün. Kendisine mîras kalan kimseye de benzer yükümlülük vardır. Ana-baba, karşılıklı danışarak ve anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse, bundan dolayı onlar için bir sakınca yoktur. Çocuklarınızı sütannelere emzirtmek isterseniz münasip olan ücreti verdiğiniz takdirde sizin için bir günah yoktur. Allâh’ın koyduğu hükümlere aykırı davranmaktan sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızın tamamını görmektedir.” Bakara, 233
Anne-baba, isterlerse, çocuğu iki yıl emzirebilirler ve bu, tam bir emzirme müddetidir. İstemezlerse, bu süre tamamlanmadan önce sütten kesme konusunda anlaşırlarsa iki yıl tamam olmadan da bunu yapmalarında bir beis yoktur
İddet dolmuş ve evlilik münasebeti bitmiş olsa bile, doğmuş çocuğun yiyecek ve giyeceğini, baba temin edecektir. (Talâk, 6)
Evlilik devam etsin-etmesin, çocuğun emzirilmesi, taraflardan birinin zarar görmesine sebep olmamalı, anne ve baba güçlerini aşan şeylerle yükümlü kılınmamalı, birbirlerine anlayış göstermelidirler. Şayet nafaka yükümlüsü olan baba vefat ederse, çocuğun beslenmesi, korunması ve kendine yeterli hâle gelmesine kadar başkalarına da sorumluluk düşmektedir. Babanın vârisleri, bu yükümlülüğü yerine getirirler.
6)İDDET MÜDDETİ NEDİR? İDDET SÜRESİ NE KADARDIR?
İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlenmeksizin)dört ay on gün beklerler. Bekleme sürelerinin sonuna geldiklerinde kendileri hakkında, normal ölçülerde yapıp ettiklerinden size bir sorumluluk yoktur. Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır. Bu kadınlarla evlenme isteğinizi, üstü kapalı bildirmenizde veya içinizde saklamanızda bir sakınca yoktur. Allah bu kadarını onlara söyleyeceğinizi bilmektedir. Fakat meşrû söz söylemeniz dışında, onlarla gizli sözleşme yapmayın. Bekleme emri süresine ulaşmadıkça, evlenme akdi yapmaya kalkışmayın. Bilin ki Allah içinizde olanları bilmektedir. O’ndan sakının ve bilin ki, Allah çok bağışlayıcıdır, halîmdir.” Bakara, 234-235
Kadın iddet beklerken, yas tutar, renkli elbiseler giymez, makyaj yapmaz ve güzel koku sürünmez. Buhârî, Cenâiz, 31 İddet bekleyen kadın, bu süre içinde evlenemez ve kendine açıktan evlenme teklifi yapılamaz, onunla evlenmek isteyenler, bu niyetlerini ancak üstü kapalı ifadelerle (ta‘riz/îmâ yoluyla) hissettirirler.
İddet esnasında kadın, bir zarûret bulunmadıkça, kocasıyla paylaştıkları evde kalır. Bakara, 240)
Cinsî münâsebetten önce boşanan kadın ise iddet beklemez, onlara mârufa (örfe) göre ihsanda bulunmak gerekir. (Ahzâb, 49)
Kocası vefat eden bir kadın 4 ay 10 gün takriben bu süre 130 güne tekabül etmektedir iddet bekler
7)GERDEĞE GİRMEDEN BOŞANMAK CAİZ MİDİR? HANGİ DURUMLARDA MEHİR VERİLMEZ?
Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız, mâlî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin olan gücüne göre, eli darda olan da gücüne göre onlara mâkul ve gönül alıcı bir şeyler versin. İyiler için bu bir borçtur. Bir mehir belirlediğiniz hâlde onlarla birleşmeden kendilerini boşarsanız, belirlediğiniz mehrin yarısını ödemek size borçtur; ancak kadınların bağışlaması veya nikâh bağı elinde olanın hoşgörülü davranması müstesnâdır. Hoşgörülü davranmanız takvâya daha uygundur. Aranızda lütufkâr davranmayı unutmayın. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.” Bakara, 236-237
Mehir, boşama hakkı elinde bulunan koca bakımından bir “boşama engeli ve müeyyidesi”, kadın için de bir “maddî teminat”tır. Yeni bir evlilik yapıncaya veya maîşet imkânı buluncaya kadar bir süre hayatını idâme ettirme vâsıtasıdır.
Kadının mehri hak edebilmesi ve boşandığında iddetin gerekli olabilmesi için ya kocasıyla cinsî münasebette bulunmaya bir engel bulunmayacak ölçüde ve şartlarda baş başa kalmış (halvet olmuş) olmaları ya da fiilen cinsî münasebette bulunmaları gerekir. Bu iki şart gerçekleşmeden boşama vukû bulmuş ise bakılır
Eğer daha önceden bir mehir üzerinde anlaşma yapılmamışsa, kocanın mâlî bir yükümlülüğü yoktur. Ancak koca, boşadığı eşinin gönlünü almak, onunla iyi duygular içinde ayrılmayı sağlamak için bütçesine uygun ikramlarda bulunmalıdır.
Cinsî münasebetten önce boşanmış kadın için daha önceden bir mehir miktarı belirlenmiş olursa, ayrıldıklarında, koca bunun yarısını ödemekle yükümlüdür.
KIYMETLİ OKUYUCULARIMIZ AKLINIZA TAKILAN MERAK ETTİĞİNİZ HİÇ KİMSELERE SORAMADIĞINIZ TÜM DİNİ VE ZATİ SUALLERİNİZİ TWİTTER ÜZERİNDEN MAİL YOLUYLA VE SİTEMİZDE YER ALAN İLETİŞİM FORMUNU DOLDURARAK İLETEBİLİRSİNİZ
Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun 
Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı
Twitter.com/@Salihkebapcii Salihkebap1@gmail.com

8 Nisan 2020 Çarşamba

İSLAMA GÖRE TESETTÜR VE MAHREMİYET


Aziz Dostlar Tesettür örtünmek, gizlenmek, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek demektir Bir fıkıh terimi olarak ise erkek veya kadının şer’an yani şeriata göre örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir.
Cenâb-ı Hak ayet-i kerimede şöyle buyuruyor “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzâb, 59)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i şerifte şöyle buyurdu “Cehennemliklerden henüz görmediğim (daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen, başkalarını da kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremezler. Hattâ, onun çok uzak mesâfeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)
İslâm’dan evvel Araplarda tesettür diye bir âdet mevcut değildi. İslâm’ın ilk yıllarında da tabiî olarak böyle devâm etti. Ancak yukarıda içki ve kumar bahsinde arz edilen tedrîcîlik usûlünün îcâbı olan bu keyfiyetin böylece sürüp gitmeyeceği muhakkaktı. Nihâyet tesettür âyeti indi ve bu âyet ile kadının mevkii yükseltildi. Şeref ve haysiyeti korunup îtibârı arttı. Bir iffet âbidesi hâline getirildi; vakar ve izzet sâhibi bir kimlik kazandı.
Kıymetli Dostlar Diğer taraftan tesettürle alâkalı hüküm, sâdece kadına âit olmayıp erkeği de şümûlüne almaktadır. Yâni bu husustaki emir, kadın-erkek her mü’mine şâmildir.
(Ey Resûlüm!)Mü’min erkeklere, gözlerini (harâma) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle! Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allâh, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle Gözlerini (harâma bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısımları (yüz, el, ayak) müstesnâ olmak üzere zînetlerini teşhîr etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler...”(Nûr, 30-31)
Kadının örtünmesiyle kadınlık şahsiyeti korunmaktadır. Kadın, örtüsüyle karşısındakine bir zerâfet ve nezâket hissi vermektedir. Aksi hâlde kadın, nefsânî arzuları tahrîk eden bir şehvet vâsıtası hâline getirilmiş olur. Bu da onun şahsiyet ve haysiyeini alçaltır ve annelik vakarını zaafa uğratır.
Değerli Dostlar Burada bilhassa işâret edilmesi gereken nokta şudur ki, yaratılış itibâriyle kadın ve erkek nefisleri arasında fark vardır. Bu da, kadın ve erkeğe âit ilâhî tâyinle olan vazîfe ve buna bağlı husûsiyet farkından doğmuştur. Bunun için tesettürün, kadına âit şekli ile erkeğe âit şekli değişiklik arz eder. Zîrâ kadın, erkeğe göre yaratılıştan câzibelidir. Tesettürden uzaklaşarak kendisini topluma bir nevî deşifre ettiğinde, nezâket ve zarâfeti zaafa uğrar. Annelik vasfı ve nesli koruma husûsiyeti zarar görür.
Bu bakımdan onun câzibesi,tesettür emri ile yalnız efendisine tahsîs edilmiştir. Çünkü kadın ve erkek arasında neslin devâmı için birbirlerine karşı değişmez bir fıtrî temâyül mevcuttur ki, tesettür emrine riâyet edilmediği takdirde bu meyil, ilâhî hudutları çiğnemek gibi felâketlere dûçâr edecek kadar tehlikeli bir ahlâkî çöküntüye sebep olur. Nitekim Cenâb-ı Hakk’ın “Zinâya yaklaşmayınız!..”(İsrâ, 32) emr-i ilâhîsindeki nüktelerden biri de;“Tesettüre riâyetsizlikle zinânın yolunu açmayınız; ona imkân hazırlamayınız!” demektir.
Bu, artık mutlak bir hükümdür. Dikkat edilirse, İslâm, zâhiren câzibesi olmayan bir kadına da tesettürü emretmiştir. Yâni “Bu kadın, başını, kolunu ve ayaklarını açsa da açmasa da bir şey fark etmez, zâten dikkat çekici değildir.” denilemez. Burada kadının, tesettürle kadınlık vakârının korunması esastır.
Sevgili Dostlar İnsanın fıtratını dikkate alıp ona göre hükümler koyan İslâm, kadınlık ve erkekliğin îcaplarını da gözetmektedir. Bunun için Peygamber Efendimiz, kadına benzemeye çalışan erkeklerle, erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etmiştir. Buhârî, Libâs, 61. Bu tehlikeden muhâfaza için hanımlar, sâliha hanımların meclislerinde bulunmaya gayret etmelidirler. Çünkü insan, kiminle oturup kalkarsa, onun hâliyle hâllenir. Bu, bir psikoloji kânunudur. Kadın, erkeklerle karışık bir sokak hayâtına girdiği zaman, kadınlık duygularını ve o güzel kadınlık husûsiyetlerini kaybeder.
Kadınlarla erkeklerin giyim kuşamda birbirlerine benzemeleri de yasaklanmıştır. Ebû Dâvûd, Libâs, 28/4098. Allâh Resûlü, kadın gibi giyinen erkeklerin ve erkek gibi giyinen kadınların, rahmet-i ilâhiyyeden uzak kalacaklarını bildirmiştir. Zîrâ her iki tarafın da kadınlık ve erkeklik haysiyetini muhâfaza etmeleri gerekmektedir.
Ayrıca karşı cinsin giyimini taklid etmek, şahsiyet ve karakter bozukluklarına da sebep olmaktadır. Meselâ kendi cinsiyetinin gerektirdiği elbiseler yerine, -herhangi bir sebeple karşı cinse âit giyim tarzını benimseyen insanların, tavırlarında da zamanla bu yönde bir değişim görülmektedir. Bu da fıtratın bozulması mânâsına gelir.
Aziz Kardeşlerim burada bir hususu arz etmek istiyorum İslama göre tesettür farzdır tesettürün şekli rengi modeli çeşidi farz değildir İslama göre en uygun tesettür şekli şudur veya bunlardır diye bir kaide ilmihal bilgisi mevcut değildir ölçümüz şudur sokağa çıkarken dar vücut hatlarını net bir şekilde ortaya çıkaran şeffaf cazip dikkat ve ilgi çekici bir giyim tarzı olmadığı sürece kadının her giydiği giyisi elbise tesettüre uygundur farzı yerine getirmeye çalışıyordur diyebiliriz aksi ise tesettürden bahsedebilmemiz mevzu bahis olamaz ancak hadisi şerifte geçen giyinik çıplaklardan söz edebiliriz
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hazret-i Aişe radıyallahu anha validemizin ablası Hazret-i Esmâ’nın radıyallahu anha ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve “-Esmâ! Bulûğa erdikten sonra kadınların, (yüzüne ve eline işâret ederek) şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz!” buyurmuştur. Ebû Dâvûd, Libâs, 31/4104
Hayırla Kalın Allah'a Emanet Olun
Araştırmacı İlahiyatçı Eğitimci Yazar Salih Kebapçı Twitter.com/@Salihkebapcii

Görüntüleme Sayısı