Osmanli
toplumunun sosyal ve kültürel bakimdan gelismesinde önemli rolü
bulunan müesseselerden biri de câmidir. Tamamen vakiflara bagli
olan câmiler, mimarî yapi olarak dinî eserlerin baçinda gelirler.
Ibâdet, egitim, kaza (yargi), ve sura gibi toplantilarin yeri olarak
insa edilen câmilerin ifa ettigi hizmetler, küçümsenmeyecek kadar
büyüktür.
Hz.
Peygamberin, Medine'ye hicreti ile baslayan câmi insaati, Hz.
Ömer'in halifeligi döneminden itibaren önemli merkezler basta
olmak üzere Islâm dünyasinin hemen her tarafinda görülmeye
baslar. Daha o zamandan itibaren insa edilen câmi binalari, kuru bir
yapi olarak birakilmadigi gibi bunlar, çevrelerinde çesitli hayir
kurumlarinin yapilmasina da vesile oluyordu.
Yapi
olarak dinî mimarî grubunun basinda gelen câmi, özellikle
Osmanlilarda mahallenin idare merkezi ve imamlarin karargahi idi.
Kendisine verilen Arapça isimden de anlasilacagi gibi câmi, halki
toplayan veya halkin toplanti yeri mânâlarina gelmektedir. Bu
sebeple sosyal müesseselerin basinda zikredilen câmiler, hem ibâdet
yeri, hem de cemaatin toplu bulunmasi sebebiyle memleket, muhit ve
mahalleye ait islerin görüsülüp karara baglandigi yerlerdi. Bu
yüzden, sosyal bir yapi olarak büyük bir önemi haizdi. Bunun
içindir ki Osmanlilarda câmi, mahallenin odak noktasini teskil
ediyordu.
Câmilerin etrafinda bazan geometrik bir düzen içinde,
bazan da yerin özelligine göre çok defa belli bir estetik dikkate
alinarak evler serpistirilirdi. Bu evlerden baska en önemli bina
medrese idi. Medreseler, özel mimarî tarzi bulunan zarif ve agir
basli eserlerdi. Bu binalardan bir kaçi bir câmi etrafinda
siralaninca bunlara kütüphane gibi yardimci tesisler de
ekleniyordu. Bundan baska özellikle büyük câmilerin yanina sebil,
imâret, dâru's-sifa vs. gibi sivil ve sosyal vazifelerin görüldügü
binalar yapilirdi. Bu haliyle bunlar, bir külliye meydana getirir ve
âdeta yeni bir mahallenin kurulmasina yardim ederlerdi. Çünkü bir
câmi yaptirmak isteyen hayir sahibi (vâkif), topraga agaç diker
gibi binasini tek basina yalniz ve garip birakmazdi. Öyle ki
yaptirdigi ibâdethaneye sosyal ihtiyaçlari karsilayacak canli bir
organ karakteri vererek onu, medresesi, imâreti, mektebi, hamami ve
diger müstemilati ile bütünlerdi. Bunun için Osmanli sehirlerinde
vakif tesisleri ehemmiyetli kuruluslardi. Feth edilen sehirlerin
yenilestirilmesi ve bir Türk sehri haline getirilmesinde en çok bu
neviden vakif binalarin hizmeti olmustur. Yeniden kurulan sehirlerde
ise bu rol daha büyüktür. Vakif, hem kurulan binalarin saldirici
kuvvetlere karsi koruyucusu ve sigortasi görevini görmüs, hem de
kurucularin millet gözünde "gâsib" gibi görülmelerine
engel olmustur.
Hâlâ
bugün bile câmi yakininda namaz vaktinin girmesini bekleme için
oturulan kahvelerin varligi, câmiler sayesinde olmustur. Nitekim
Istanbul'daki kahve ve kiraathânelerin açilis sebebini câmilere
baglayan O. Nuri Ergin, bu konuda söyle der: "Istanbul'da
kahveler ve kiraathâneler de câmi teskilâti ve ibâdet yüzünden
açilmistir. Namaz vakitlerinden evvel câmiye gelen ve fakat
kapisini kapali bulanlar, yahut iki namaz arasindaki vakti geçirmek
isteyenlerin bir müddet oturmasi ve beklemesi için ilk önce her
câminin yaninda birer yer tahsis edilmis ve hicretin X. (M. XVI)
asrinda Yemen'den kahve gelince, buralarda kahve içilmesi âdet
haline gelmisti. Bundan dolayidir ki adina kahvehâne denmistir.
Kahvelerde namaz vaktine kadar halki oyalamak için bilhassa aksamla
yatsi arasinda "Hamzanâme", "Battalgazi" vs.
gibi halk kitaplari okunurdu."
Klasik
Türk câmileri, baslica su kisimlardan meydana gelirler. Dis avlu,
iç avlu, son cemaat mahalli, sahn, yan sofalar ve mihrab. Iç
avlunun etrafi revakli olup orta yerde abdest almak için çok sayida
musluklu bir sadirvan bulunur. Câminin bu avlu tarafinda ve orta
yerdeki kapisindan ekseriya son cemaat mahalline girilir. Bu kisim,
namaz vaktinden sonra gelen veyahut câmi dolu oldugu zaman cemaat
tarafindan doldurularak ayri bir imamla namaz kilinan ve hususi bir
mihrabi olan yerdir. Buradan bir kapi ile câminin içine girilir.
Cemaatla namaz kilindigi vakit bu sahnda cemaat, mihrabta duran imama
uyarak namaz kilar. Mihrabin saginda hutbe için bir minber vardir.
Câminin uygun bir yerinde müezzin mahfili oldugu gibi zeminden
yüksekçe sofalari ve büyük câmilerin üst katlarinda hünkâr
mahfilleri bulunur. Câmilerin binalarina bitisik bir veya daha fazla
minare bulunur. Bunlar, ezan okunmaya mahsus tek veya müteaddid
serefeli olurlar. Bazi selâtin câmilerinde minarelerin üçer
serefesi bulunur.
Büyük câmilerin etrafinda daima büyük bir avlu
vardir. Buraya çogu zaman agaçlar da dikilir. Böyle büyük
câmilerin yaninda türbe ve mezarliklardan baska sebil, imâret,
mektep, medrese, kütüphâne gibi binalar da bulunur. Bunlarin
tamami, bir külliye meydana getirir. Ve âdeta müstakil bir mahalle
olustururlar.
Günümüzde,
çesitli yönleri ile kendilerinden yararlandigimiz câmiler, tarihte
de ayni özellige sahip olduklari için görüntüleri ile
yabancilari cezb etmekten ve onlari kendilerine hayran birakmaktan
geri kalmazlardi. Bunu, seyyahlarin eserlerinden takib etmek
mümkündür. Nitekim XIX. asrin ilk yarisinda Osmanli ülkesine
gelen Gerard de Nerval "Voyage en Orient" adli
seyahatnâmesinde bu hayranligini söyle dile getirir: "Ayni
anda Istanbul âbidelerinin yükseldigi geri plânda sihirli bir
manzara belirmeye basladi. Karanlik çöktükçe kubbeler üzerinde
ve minare aralarinda mahyalar yaniyor, sehir isil isil parliyordu.
Süphesiz, mahya denilen isikli harflerle, bir seyler anlatiliyordu.
Binlerce geminin diregi gibi göge uzanan minarelere isiktan halkalar
takilmisti. Bunlar, o narin serefeleri aydinlatiyor ve gökyüzüne
resm ediyordu. Baska günlerde pek tatli ve agir olan müezzinlerin
her taraftan yükselen sesleri o gün bir zafer sarkisini
andiriyordu.
Osmanlilarda
câmi mimarisi, bu sahada yeni uslûb ve ekollerin dogmasina da sebep
olmustu. Bu bakimdan, kisaca bunlardan bahs etmek, mimarlik tarihimiz
açisindan faydali olacaktir. Bunlar:
1.
Bursa Uslûbu (1325-1501): Bursa'nin fethinden Istanbul'da Bâyezid
Camii'nin yapilmasina kadar olan devre. Bursa'daki Ulu ve Yesil
Câmi'ler bu uslûbun ilk örnekleridir. Osmanli mimarisinin bu ilk
devresine ait örneklerine Edirne'de de rastlanir. Bu tarz mimarî,
Istanbul'un fethinden sonra da bir müddet devam etti. Edirne ve
Istanbul'un ilk anitlari asagi yukari hep bu uslûba uyularak
yapilmistir.
2.
Klasik Üslûb (1501-1616): Bâyezid Câmii'nden Sultan Ahmed
Câmii'nin yapilisina kadar olan devre. Osmanli mimarîsinin bu
klasik devresi, 1501-1506 yillari arasinda Istanbul'da insa edilen
Bâyezid Câmii ile baslar. Bu câmi ile birlikte yeni bir mimarî
tarz ortaya çikti. Câminin plani, Bursa'daki Yesil Câmi'nin ilkel
seklini korumakla beraber kubbeyi büyütmüs; bunu, binanin kalin
duvarlarina dayandiracak yerde dört büyük ve kalin sutûna istinad
ettirmistir. Bu düzen, mimara yan sahnlar elde etme imkâni
vermistir. Bu yan sahnlar, ya baska küçük kubbelerle ya da küçük
yarim kubbelerle örtülmüstür. Bu andan itibaren mimarî artik
yeni bir safhaya girmektedir. Ilk devrin câmileri ve âbideleri bu
devrin binalari yaninda agir ve kaba kalmaktadir. Mimar Hayreddin,
câmiin tamamina, o zamana kadar bilinmeyen bir ahenk ve karekter
vermistir. Bu
uslûbun örneklerinden bir kaçi söyledir: Sultan Selim I Câmii,
Süleymaniye Câmii, Sehzâde Câmii, Edirne Selimiye Câmii.
3.
Yenilestirilen Klasik Uslûb (1616-1703): Bu tarz mimarinin ilk
örnegi Sultan Ahmed Câmiidir. Bu dönemde mimarî gelismede ani bir
degisiklik oldu. Mimar Sinan tarafindan tesbit edilen plan modeline
göre yapilan Sultan Ahmed Câmii'nin, klasik uslûbla yapilmis
binalardan farkli bir karakteri ve yüzü vardir.
Câmiinin
mimari olan Mehmed Aga, Mimar Sinan'dan daha ileri gitmek ve kendi
orijinalligini göstermek hevesine kapilmisti. Klasik dönemin büyük
câmilerini taklid eder görünmek istemeyen Mehmed Aga, yasadigi
devrin mimarî geleneklerini terk etti. Mehmet Aga, klasik Camiin
planina ve dis sekline sadik kalmakla beraber iç görünüsünü
tamamen degistirdi. Bu dönem, Sultan III. Ahmed devrine kadar devam
etti.
4.
Lâle Devri (1703-1730): Sultan III. Ahmed devri. Bu devrin önemli
bazi mimarî eserleri sunlardir: III. Ahmed Çesmesi. Bu çesme,
Ayasofya Camii ile Topkapi Sarayi yaninda 1729 yilinda yapilmis olan
çesmedir. Lâle devrinin en karekteristik âbidelerinden biridir.
Çesmenin krokisi
bizzat
padisah tarafindan yapilmistir. Bundan baska Azapkapi çesmesi,
Üsküdar ve Tophane çesmeleri de bu dönemin baslica eserleri
arasinda zikredilirler.
5.
Barok Uslûbu (1730-1808): I. Mahmud ve III. Selim devirleri. Bu
dönemde Avrupa'dan getirilen esya ile gelen turistler (seyyah),
Türklerin zevklerinde büyük bir degisikligin meydana gelmesine
sebep oldular. Artik Osmanli sanatçisi da rönesanstan etkilenmeye
baslamisti. Eski motifleri birakan sanatçilar, rönesans eserlerinde
yeni bir takim fikirler buldular. Onun için yavas yavas klasik
sekillerden uzaklasildi. Mimar Sinan ekolunun alisilmis sekilleri ve
lâle motifleri terk edildi. Bununla beraber Türk sanatçilari bu
uslûbu kendilerine göre yorumladilar. Böylece, Batx barokundan
farkli bir uslûb meydana gelmis oldu. Bu tarz, XIX. yüzyil
baçlarina kadar sürdü. Bu tarzin örnekleri arasinda Nuru Osmaniye
Camii (1757), Lâleli Camii (1763), Hamidiye Imâreti, Harem'de
Selimiye Camii ve kislasini sayabiliriz.
6.
Ampir Uslûbu (1808-1874); Sultan II. Mahmud ve Abdülmecid ile
baslayip Abdülaziz'in saltanatina kadar sürmüstür. Fransa'da
barok uslûbundan sonra gelen ampir uslûbu, o dönem Osmanli
ülkesini de etkiledi. Sultan II. Mahmud zamaninda 30 yillik süre
içerisinde yapilan binalarda hep bu uslûb kullanildi. Bununla
beraber Osmanli ülkesinde bu uslûba yeni bir karekter kazandirildi.
Burada hayvan figürleri kullanilmadi. II. Mahmud türbesi bunun
örneklerinden biridir. Ortaköy Camii ile, Ermeni Karabet Balyan
tarafindan yapilan Dolmabahçe Sarayi, ampir ve barok karisimi bir
uslûbla insa edilmistir.
7.
Yeni Klasik Uslûb (1874-1930): 1861 yilinda padisah olan Sultan
Abdulaziz zamaninda mimarî sanatinda bir çöküntü dönemi
yasaniyordu. O zamanlar, Rum ve Ermenî mimarlari, Türk sanat ve
zevkine uymayan tuhaf bir takim binalar yapiyorlardi. Avrupa mimarî
eserlerinden kopya suretiyle alinmis motifler bu uslûpta açikça
görülüyorlardi. Konya'da, Sultan Abdulaziz'in annesi Pertev Nihal
Sultan tarafindan yaptirilan Aziziye Camii, Türk sanati ile ilgisi
bulunmayan bu sanatin tipik örneklerinden biridir. Istanbul
Aksaray'da yaptirilan Valide Camii de bu tarzda bir eserdir.
Osmanli
döneminde daha kurulus yillarindan itibaren baslayan vakif gelenegi,
câmi ve görevlileri için gelir getiren birçok tesisin meydana
gelmesine sebep olmustur. Böylece vakiflar, günümüzde devlet
bütçesinden maas almak suretiyle geçimlerini saglayan pek çok
kimseyi, devlet bütçesine yüklenmeden besleyebiliyorlardi. Bundan
baska câmi ve diger dinî müesseselere vakf edilen emlâkin,
mütevelli, câbi, muarrif vs. gibi görevlileri de hizmetlerine
karsilik devlete daha fazla yük olmadan geçimlerini sagliyorlardi.
Maaslari vakif tarafindan karsilanan görevliler ile bunlarin
tayinlerine isaret eden pek çok belge bulunmaktadir. XVIII. asir
Osmanli cemiyetinde camilerdeki görevlilerin isim, sayi ve
maaslarini belirten bir cetveli buraya almakla câmilerde vazife
görenlerin sayilarini ögrenme imkânini bulacagimiz gibi devlet
hazinesine yük olmadan ne denli bir masrafin yapildigini da ögrenmis
olacagiz. Baska bir cetvel ile de resmî vazifeli olmadiklari halde
yine camilerde dua etmek, Kur'an okumak gibi hizmetlerinden dolayi
vakiftan ücret alanlarin miktar ve ücretlerini ögreniyoruz.
Yedi
mescid ve altmis camide görevlendirilmis kisilerin sayilari ve akçe
olarak günlük ücretleri
Ücret
Kategoriler Görevli Ücret
Görevliler
1-4 5-9 10-19 20-29 30-3940-49 50-120 Toplami Toplami
Imam
29 17 26 11 10 3 9 105 1736
Eczâhân
49 68 47 20 184 1338
Vâ'iz
6 28 27 3 10 2 5 81 1305
Müezzin
81 51 47 179 1117,5
Hatib
28 13 17 6 4 2 1 72 791
Kayyim
32 29 25 5 1 92 715,5
Devirhân
56 35 27 118 686
Desi'âm
4 11 11 4 2 3 35 525
Ferras
49 35 8 92 416
Seyhü'l-kurrâ
4 15 3 6 2 31 407
Müderris
1 4 1 2 8 277
Bevvâb
6 25 1 32 170
Talebe,
sibyan 60 60 160
Osmanli
toplumunun ekonomik, sosyal ve kültürel bakimlardan gelismesine
yardimci olan câmilerde görev yapan ve adina kisaca "imam"
dedigimiz görevlinin vazifelerinden de biraz söz etmek yerinde
olacaktir. Mahallenin dinî, idarî ve beledî yöneticisi durumunda
bulunan imamin vazifesi, günümüzdeki gibi mihrab ile minber
arasina sikisip kalmamisti. Osmanlilarda imamlik, sorumluluk alani
genis ve önemli bir vazife idi. Bundan dolayi bazi zâbita ve beledî
isler de yine mahalle imamlari tarafindan takip edilirdi. Mesela
ahlakî yönden zabitayi ilgilendiren olaylardan imam sorumlu idi.
Nüfus kayitlari, dogum, Ölüm, evlenme, bosanma gibi islemler de
imamlar vâsitasiyle yerine getirilirdi. Mahalleye gelip gidenler,
mahalle halkini rahatsiz edecek sekilde uygunsuz davrananlar, içki
içip sarhos olanlar ile benzer kimseler, imamlar tarafindan
gözetilirdi. Tabir caiz ise onlar, mahallenin gören gözü isiten
kulagi idiler. Vazifeye tayinleri padisah berati ile olan imamlarin
bu özelliklerini belirten pek çok arsiv belgesi bulunmaktadir. Bu
bakimdan bunlara örnek vermeye bile ihtiyaç hissetmiyoruz. Ancak
baska hukukî bir durumu ortaya koymasindan dolayi bir belgeden söz
etmemiz gerekir. 2 Receb 972 (3 Subat 1564) tarihini tasiyan ve
Edirne Kadisi'na gönderilen bir hükümde, imam ve hatiplerin,
vazifelerine dair çikan beratlarini alti aya kadar almalari
gerektigi bildirilmektedir. Bu müddet içinde beratlarini
almayanlarin vazifeye tayin edilemeyeceklerini de yine adi geçen
belgeden ögreniyoruz. Herhalde bu yüzden olsa gerek ki, baska bir
vesikaya göre resmen imamlik vazifesi ile tayin edilmeyen kimseler
için adi geçen tabirin (imam) kullanilmasi bile mümkün
görülmemektedir. Bir baska belgeden ögrendigimize göre sadece
mahalle veya köy halkinin istegi ile görev yapanlar için "imam"
tabiri yerine "Namazci" ifadesi kullanilmaktadir.
Osmanli
Devleti'nde, imamlik vazifesine getirilen kimse, özellikle sosyal
faaliyetleri bakimindan basi bos birakilmazdi. Kadilar, her zaman
imamlari teftis edebilirlerdi. Bu teftislerde onlar sadece dinî
görevleri degil, mahalledeki diger hizmetlerin yapilip yapilmadigini
da arastirirlardi. Bu bakimdan isinin ehli olmayan kimseler vazifeden
uzaklastirilirlardi.
Memleketimizde
1245 (1829) senesinde muhtarlik teskilati kurulana kadar mahalle
yöneticisi olan imamlar, kadi'nin bir nevi temsilciligini
yapiyorlardi. Kadilarin, yerine getirmeleri gereken pek çok iste
imamlardan yardim gördüklerine sahid olunmaktadir. Bu meyanda
onlar, mahallenin düzeninden, halk arasindaki ahenk ve baristan
sorumlu idiler. Arsivlerimizdeki birçok belge, imamlarin bu konudaki
yetkilerine isik tutmaktadir.
Gazete,
radyo, televizyon vs. gibi nesir araçlarinin bulunmadigi bir dönemde
devlet, her türlü emir ve yasaklarini imam ile câmi vâsitasiyle
halka bildiriyordu. Bu sayede devlet, memleketin her yerinde ayni
anda (yatsi namazi vakti) emir veya yasaklarini bildiriyordu. Zira o
asirlarin toplum suuru geregi, mahallede ergenlik çagina gelmis
bulunan erkeklerin büyük bir kisminin yatsi namazi vaktinde camide
toplanacaklarini bilirdi. Bildirilmesi istenen bir emrin mevcudiyeti
halinde imam, günün son ibadeti olan yatsi namazini müteakip: "Ey
cemaat, dagilmayiniz, hükümetin emri vardir, simdi söyleyecegim"
der ve kendisine verilen emri ilân ederdi.
Günümüzle
mukayese edildigi zaman gerçekten büyük bir farklilik gösterdigine
sahid oldugumuz Osmanli devri mahalle imamlarinin bu görevleri, o
kadar önemli ve devamli bir hal almisti ki, sehir merkezinde kadilik
müessesesi büyük bir sarsintiya ugrayip fonksiyonunu yitirdigi
halde, o müessesenin alt kademedeki temsilcisi olan mahalle
imamlarinin durumu o kadar sarsilmamistir. Bununla beraber,
memlekette bu derece önemli hizmetler ifa etmis olan imamlarin
yetkileri, degisen dünya sartlarina göre zamanla daraltilmistir. Bu
durum, Tanzimat (1839)'a takaddüm eden senelere kadar uzanmaktadir.
Tanzimat'a dogru mahalle yöneticisi statüsündeki imamlarin, din
isleri disinda yönetim ve diger dünya isleri ile mesgul olmalarini
önlemek için, danismalari gereken ve halk tarafindan seçilen
birkaç muhtar, imamlarin yanina verilmistir. Böylece 1829'da
baslayan bu muhtar seçme isi, asirlarca mahalle islerinin yönetimini
üstlenen imamlarin yönetimdeki vazifelerine son vermek için
atilmis bir adim oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasi ile de
imamlarin vazifesi sadece câmiye hasr edilmistir.
HAYIRLA
KALIN ALLAH'A EMANET OLUN
ARAŞTIRMACI
İLAHİYATÇI EĞİTİMCİ YAZAR
SALİH
KEBAPÇI Twitter.com / @Salihkebapcii