Aziz Dostlar Evlilik akdinin geçerli (sahih)
olarak doğması için aranan şartlardır. Bu şartlara riayetsizliğin sonucu akdin
fâsid olarak doğmasıdır. Akdin fâsid olarak doğması ile bâtıl olarak doğması
arasında ileride görüleceği üzere önemli farklar vardır.
1-ŞAHİTLER
1-ŞAHİTLER
Sıhhat şartlarından en önemlisi evlenmenin
şahitler huzurunda yapılmasıdır. Hz. Peygamber’in, “İki şahit olmadan nikâh
câiz olmaz” (Buhârî, “Şehâdât”, 8) hadisi evlilikteki en
önemli şekil şartını getirmektedir. Mâlikîler dışındaki üç mezhep şahitlerin
nikâh anında hazır olmasını ararken Mâlikîler şahitlerin mutlaka nikâh anında
hazır olmasını gerekli görmezler; nikâhın aleniyete dökülmesi düğün yapılması
ve böylece etrafa duyurulması suretiyle de olabilir.
Hanefîler’in dışındaki mezhep hukukçuları,
şahitlerin ikisinin de erkek olmasını şart koşarken Hanefîler Bakara sûresinin
282. âyetini yorumlayarak nikâhta da bir erkek ve iki kadının şahitliğini yeterli
kabul ederler. Bu konuda mezhepler sahip oldukları metodolojik prensipler ve
yaşadıkları sosyal ve kültürel çevrenin etkisiyle şahitler konusunda farklı
görüşler ortaya koymuşlar, ancak bu ictihadlarıyla farklı şekilleri
benimseseler bile aslında evlenmenin şüphe edilmeyecek bir aleniyet içinde
yapılmış olmasını temin etmek istemişlerdir.
Din İşleri Yüksek Kurulu 17/10/2002 tarihli
kararı ile kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğine denk olduğu yönünde görüş
beyan etmiştir. Bu itibarla nikah akdinde sadece iki kadının şahitliği de
geçerlidir. Öte yandan şahitlerin müslüman ve aile hukuku bakımından tam
ehliyetli olması, yani temyiz gücüne sahip ve ergen (bâliğ) olması da ayrıca
gerekmektedir.
Ne var ki Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf şahitler konusunda daha farklı
bir yorumu benimsemekte ve evlenecek kadın Ehl-i kitap ise şahitlerin de Ehl–i
kitap olabileceğini kabul etmektedirler. Şahitlerin dini konusundaki bu
farklılık gayri müslimlerin şehâdetlerini yasaklayan doğrudan bir âyet ve
hadisin olmaması, başka maksatlarla zikredilen nasların fakihlerin yorumuyla
şahitlik için de uygulanması sebebiyledir. Bu yorumlarda hukukçuların içinde
bulundukları çevrenin etkisi gözden uzak tutulmamalıdır.
2- EVLENME ENGELİNİN OLMAMASI
Kalıcı ve birinci derecede önemli evlenme
engellerinin evliliği hükümsüz kıldığını ve böyle bir engelin bulunmayışının
akdin kuruluş şartı olduğu bilinmektedir. Burada söz konusu olan evlenme engeli
ise, haramlığı konusunda şüphe veya hukukçular arasında ihtilâf olan engeldir.
Meselâ, bâin talâk iddeti bekleyen kadınla evlenmenin yasak olması bu gruba
girmektedir. Bu tür bir evlenme engeline riayet bir sıhhat şartıdır ve
riayetsizlik sıhhat şartlarına riayetsizliğin hukukî sonuçlarını doğurur.
3- İKRAHIN OLMAMASI
Hanefîler’in dışındaki mezheplere göre
nikâhta herhangi bir cebir ve zorlamanın, bir diğer ifadeyle ikrahın olmaması
da bir sıhhat şartıdır. Dolayısıyla ikrahla yapılan akid sıhhat şartlarının
eksikliği sebebiyle geçersiz (fâsid) bir akiddir. Hanefîler ise ikrahı iradeyi
sakatlayan bir sebep olarak kabul etmemektedirler. Hanefîler’in
dışındakilerin bu konudaki dayanakları, Hz. Peygamber’in, “Ümmetimden hata, unutma ve yapmaları için
cebir ve tazyike mâruz
kaldıkları şeylerin sorumluluğu kaldırılmıştır” (İbn Mâce, “Talâk”,
16) hadisidir. Hanefîler ise ikrahın evlenmeye ve boşanmaya etki etmemesi
tarzındaki görüşlerini Resûlullah’ın, “Üç şeyin şakası da ciddidir, ciddisi de ciddidir; nikâh, talâk ve talâktan dönüş” (Ebû
Dâvûd, “Talâk”, 9; Tirmizî, “Talâk”, 9; İbn Mâce “Talâk”, 13) hadisine
dayandırmakta ve cebir ve şiddete mâruz kalanı şaka yapan kimseye
benzetmektedirler.
Ayrıca Hanefîler’e göre cebir ve şiddete mâruz kalanın
aslında iradesi sakatlanmış değildir; rızâsı ortadan kalkmış ancak hür seçim imkânı
ortadan kalkmamıştır.
Burada Hanefîler’in dışındaki hukukçuların görüşlerinin
hukuk tekniği ve sosyal ihtiyaçlara cevap vermesi açısından daha
uygun olduğunu belirtmek gerekir.
Nitekim Osmanlı Devleti’nde kız kaçırmalarda
Hanefî mezhebinin görüşünün uygulanması bazı hukukî ve
sosyal problemler çıkarmamış da değildir. Problem uzun asırlar kız
kaçırmaya getirilen cezaî tedbirlerle çözülmeye çalışılmıştır. Fakat sonunda
Osmanlı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi ge- rek zorla yapılan nikâh ve gerekse aynı durumdaki
boşanmalar konusunda Hanefî hukukçularının görüşünü terkederek diğer
hukukçuların görüşlerini kabul etmek zorunda kalmıştır (md. 57, 105).
4-EVLENMENİN GİZLENMEMESİ
Bu şart sadece Mâlikîler tarafından ileri
sürülmüştür. Onlara göre şahitlerle anlaşarak yapılan evlenmenin gizlenmesi ve
etrafa duyurulmaması sıhhat şartlarına aykırıdır; dolayısıyla böyle olan
nikâhlar geçersizdir. Ne var ki diğer üç mezhep bunu bir sıhhat şartı olarak
kabul etmez, şahitlerin duyduğu nikâh artık gizlilik sınırını aşmıştır derler.
Ne var ki günümüzde resmî şekil ve kayıt bulunmadığı sürece iki şahidin,
özellikle büyük yerleşim mer- kezlerinde alenîliği sağlamaya yetmeyeceği
ortadadır.
Fakihlerin çoğunluğunun iki şahidi yeterli görmesi
dönemlerinin toplumsal telakkileriyle yakından ilgili
olup böyle bir gizliliği tasvip ettikleri şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu
itibarla, ülkemizde iki şahitle fakat gizlilik içinde kıyılan nikâhların
taşıdığı sakıncalar göz önüne alındığında Mâlikîler’in bu görüşünün de tamamen
yabana atılmaması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Sevgili Dostlar Aziz Kardeşlerim mevzumuza
İslam’a göre evlilik akdini geçersiz kılan durumlarla devam edelim İnşallah
HAYIRLA KALIN ALLAH’A EMANET OLUN GÜNÜNÜZ MÜBAREK OLSUN
ARAŞTIRMACI İLAHİYATÇI EĞİTİMCİ YAZAR SALİH KEBAPÇI
Twitter.com / @Salihkebapcii Salihkebap1@gmail.com
KAYNAK: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları ilmihal cilt 2 İslam ve Toplum