Değerli Dostlar Evlenmeyi diğer akidlerden ayıran özelliklerden bir tanesi bu akidden
önce bir hazırlık döneminin geçirilmesidir. Bütün toplumlarda taraflar nikâhın
kıyılmasından önce birbirleriyle bir evlenme arzusu ortaya koymakta, bilâhare
kısa veya uzun süren bir hazırlık dönemi geçirmekte ve ardından da evlenip bir
araya gelmektedir. Toplumumuzda bu hazırlık dönemi söz kesme ile başlamakta,
bunu nişanlanma izlemekte, evlilik daha sonra gelmektedir. Taraflar bu
süreç içinde birbirlerini daha iyi tanımakta, karşılıklı hediyeler alınıp verilmektedir.
Aziz Dostlar Toplumların evlilik
telakkilerine ve bu yöndeki örf ve âdetlerine göre değişiklik gösteren
nişanlanma uygulaması, evlilik anlayışının farklı olduğu ilk dönem Arap-İslâm
toplumlarında pek yaygın değildir. Bununla birlikte sosyal bir vâkıa olan bu
dönem özellikle Batı’daki uygulamaların da etkisiyle çağdaş İslâm hukukçuları
tarafından da dikkate alınmış ve bu döneme ilişkin bazı esaslar belirlenmiştir.
Her şeyden önce şu iki noktayı belirtmek gerekir: 1. Bir evlilik vaadi olan
nişanlanma İslâm hukukunda taraflara evlilik mecburiyeti getirmez.
Beraberliklerini sürdüremeyeceklerini anlayan nişanlılar her zaman için nişanı
bozma hak ve yetkisine sahiptirler.
Bu bozulmadan maddî veya mânevî olarak
zarar gören tarafın zararının nasıl telâfi edileceği ayrıca üzerinde durulması
gereken bir konudur. 2. Öte yandan nişanlılık taraflara evliliğin verdiği
beraber yaşama hak ve yetkisini vermez.
Nikâh akdi yapılmadan nişanlıların,
aralarındaki sıcak ilgiye ve ileriye mâtuf iyi niyetli beklentilerine rağmen
mahremiyet bakımından âdeta iki yabancı gibi oldukları ve bu mahremiyet
sınırlarına dikkat etmeleri gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır. Ancak kendi
başlarına karar verebilecek derecede yetişkin ve aklı başında nişanlıların eşya
bakmak üzere çarşıda dolaşmaları; konuşmak ve birbirlerini daha yakından
tanımak amacıyla herkese açık mekânlarda oturmaları, toplumun bu yönde
müsamahasının bulunduğu durumlarda nişanlılık hukuku çerçevesinde mâkul ve
meşrû karşılanabilir.
Nişanlılık döneminde taraflar arasında örtünme vb. dinî
yükümlülüklerin kalkması amacıyla dinî nikâh kıyılması İslâm hukukunun
öngördüğü mahiyette bir nikâh olmadığı gibi birçok sakıncayı da beraberinde
getirmektedir.
DİNİMİZE GÖRE NİŞANIN BOZULMASININ HÜKMÜ
Nişanın bozulması durumunda karşılıklı
verilen hediyelerin ve mehire mahsuben yapılan ödemelerin âkıbeti İslâm hukuku
bakımından önem kazanmaktadır. Mehir evlenme ile hak kazanılan bir mal
olduğundan nişanın bozulması halinde mehire mahsuben verilen mal veya para
mevcutsa aynen, harcanmış veya şekil değiştirmiş veyahut telef olmuşsa bedel
olarak geri verilmelidir. Hediyelere gelince Hanefî mezhebine göre evlilik
öncesinde verilen hediyeler hibe hükümlerine tâbidir; aynen duruyorsa geri
verilir, harcanmış veya esaslı ölçüde şekil değiştirmişse iade mecburiyeti
yoktur. Bu konuda Mâlikîler’in farklı bir görüşlerinin olduğunu belirtmek
gerekir. Eğer nişanı bozan erkek tarafı ise nişanlısına verdiği hediyeleri geri
alamaz.
Nişan kız tarafından bozulmuşsa erkek verdiği
hediyeleri her durumda geri alma hakkına sahiptir. Hediyelerin harcanmış
olması, bir şekilde elden çıkmış bulunması bedel olarak tazmin edilmesini
engellemez. Çünkü Mâlikîler bu tür hediyeleri mutlak olarak yapılan bir
bağış değil, evlenme şartıyla yapılmış şartlı bir hibe olarak kabul ederler.
Evliliğin gerçekleşmemesi durumunda şart gerçekleşmediği için hibenin geri
verilmesini benimserler.
Nişanın bozulması yüzünden taraflardan
birinin zarar görmesi durumunda bu zararın sebebiyet veren tarafça tazmin
edilip edilmeyeceği klasik fıkıh kitaplarında ele alınıp tartışılmış değildir.
Çünkü o dönemin sosyal ve dinî yapısı gereği, birbirlerini evlenmeden önce
ancak bir veya iki defa görmüş olan nişanlılardan herhangi birisinin ve
özellikle kadının nişanın bozulması sebebiyle maddî veya mânevî bir zarara
uğraması söz konusu değildi.
Öte yandan nişanlanmanın evlilik mecburiyeti
getirmemesi, dolayısıyla nişanı bozan kimsenin esasen bir hakkını kullanıyor
gibi bir görüntü ortaya koymakta, o zaman da bir hakkın kullanımından doğan
zararın neden tazmin edilmesi gerektiği izaha muhtaç olmaktadır. Ancak
günümüzün uygulama ve telakkileri ışığında ifade etmek gerekirse, nişanı bozan
taraf aynı zamanda karşı taraf için bir zararın meydana gelmesine de sebebiyet
vermişse bu zararın tazmin edilmesi gerekir. Çünkü İslâm hukukunun
prensiplerine göre haksız yere verilen zararın tazmini şarttır. Meşrû bir
hakkın başkasına zarar verecek şekilde kullanılması hakkın kötüye kullanılması
demek olduğundan, karşı tarafa verilen zararın giderilmesi sorumluluğunu
doğurur.
Toplumumuzda bir süre nişanlı kaldıktan sonra
nişanın bozulması özellikle kız tarafını büyük ölçüde mağdur etmekte, asılsız
dedikodu ve ithamları mucip olmakta, suizanna sebebiyet vermektedir. Bunda
nişanlılık süresinin gereğinden uzun tutulmasının ve bu süre içinde mahremiyet
sınırlarına dikkat edilmemesinin de payı vardır. Zaten dinin evlilik dışı
kadın-erkek ilişkilerine belli kayıt ve sınırlar getirmesi de bu tür hikmetler taşımakta
olup hem toplumun genel düzen ve ahlâkını, hem de tarafların kişilik haklarını
korumaya mâtuf tedbirler mahiyetindedir.
Kıymetli Dostlar bir sonraki yazımıza İslam’a
göre evlilik akdinin geçerli olması şartlarından bahsedelim İnşallah
HAYIRLA KALIN ALLAH’A EMANET OLUN GÜNÜNÜZ
MÜBAREK OLSUN
ARAŞTIRMACI İLAHİYATÇI EĞİTİMCİ YAZAR SALİH
KEBAPÇI
Twitter.com / @Salihkebapcii Salihkebap1@gmail.com
KAYNAK: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları ilmihal cilt 2 İslam ve
Toplum