Şöyle bir düşünelim Bitmeyecek sandığımız ortalama
yedi onluk ömrümüz sona erdi. Yüz yıllarca berzah aleminde ağırlandık ve
nihayet ihtiyar olduğu kadar yorgun da olan “Dünya” nın da sonu geldi. Allah’ın
(Subhanehu Ve Teala) hak vaadi olan
kıyamet gerçekleşti. Mizan, Sırat Köprüsü, sonsuz nimetlerle dolu Cennet,
sonsuz azap için yaratılan Cehennem, Rablerinden gelecek emir ve talimatları
bekleyen memur melekler, un ufak olmuş kemiklerinden dirilen Ademoğulları,
İsrailoğulları, yüz yirmi dört bin peygamber ve ümmetleri, tüm ehl-i kitap,
ahiret gününü yalanlayan münkirler, putperestler, ateşperestler, budistler,
ateistler, deistler, hindular, Firavun, Nemrut, Ebu Leheb, Ebu Cehil ve dünya
sahnesinde rol almış tüm dönem zalimleri, cinler, haklarını aldıktan sonra
toprak olmayı bekleyen hayvanlar ve varlığından bile habersiz olduğumuz tüm
alemler gözlerin dikilip kaldığı hesap günü için hazır. Ve elbette biz de
gençliğimizin, güzelliğimizin, sağlığımızın, afiyetimizin, zamanımızın,
malımızın, ilmimizin saymakla sonunu getiremeyeceğimiz türlü türlü dünya ikram
ve nimetlerinin, tüm an ve amellerimizin zerresiyle hesabını vermek üzere,
hesabı çabuk gören Alemlerin Rabbi’ nin huzurundayız.
Sıramız geldi. O ana kadar cennete mi cehenneme mi
gideceğimiz tam bir muamma ve dehşet içinde akıbetimizi bekliyoruz. Mizanda
amellerimiz tartıldı, salih amellerimiz küçük bir farkla önde ve
“Girin cennete siz ve
eşleriniz sevinç ve mutluluklar içinde” (Zuhruf
70), “Oraya eminler olarak selâm ile giriveriniz.” (Hicr 46),
“Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle
yer arası kadar olan, Allah’tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan
cennete koşun!” (Ali İmran 133) ayetlerini
duymak, cennetle müjdelenen müttakilerden olmak ve kendimizi sonsuz nimetlere
bırakmak istiyoruz. İşte tam, Zül Celali Vel İkram’ ın bize ikram ettiği,
altından süt ırmaklarının, bal ırmaklarının aktığı cennetlere koşarken bir
sesin: “Bu kulundan davacıyım Ya Rabbi, üzerinde hakkım var! ” diyerek bizi durdurmasını
istemiyorsak, müslümanın müslüman üzerindeki şu beş hakkını iyi biliyor ve
riayet ediyor olmamız gerekmekte sevgili kardeşlerim
1) Selam Verdiğinde Selamını Almak
Selam vermek, verenden eksiltmeden alana kazandıran
bir sadaka, müminler arasındaki muhabbet ve bağlılığı perçinleyen sosyal
sünnetlerimizden biridir. Verildiğinde sünnet gerçekleşir, alındığında ise
farz. Tüm bunların yanı sıra birbirlerine selam verip alan müminlerin Allah’ı
zikretmiş olmaları da salih amel açısından ayrı bir getiridir. Nefis
afetlerimizden biri olan “kibir” i törpüleyebilmek için de uygulanabilirliği
kolay yöntemlerden biridir “selamlaşmak”. Adını Allah’ın (Azze Ve Celle) en güzel isimlerinden biri olan “Es-Selam” dan alan
bu güzel sünnetimizde; verilen selamı ya aynıyla yada daha iyisiyle karşılamak
müslümanın müslüman kardeşi üzerindeki haklarından yalnızca birisidir.
“Siz bir selam ile selamlandığınız zaman,
siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selamı aynen iade edin.
Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır. ” (Nisa 86)
Nefsim elinde olana yemin olsun ki siz iman
etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş
olmazsınız. Ben size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş
göstereyim mi? Selamı aranızda yayın” (Müslim,
54)
2) Davet ettiğinde davetine iştirak etmek
İslamiyet sosyal ilişkilere son derece önem veren bir
dindir. Namazı cemaatle kılmak, sıla-i rahim dediğimiz akraba ziyareti, hasta
ziyareti, komşu hakları ve komşuluk paylaşımları, müminlerin arasındaki sevgi
ve kardeşliği pekiştirmeye yarayan hediyeleşme sünneti, bayramlarımız, cenaze
törenlerimiz, selamlaşmamız, musafaha yapmamız, sosyal düzen ve eşitliği
sağlamaya aracı olan zekat ve kurban ibadetimiz, dünyanın dört bir yanından
gelen müminlerle yapılan hac ve tavaf gibi birçok ibadetimiz İslamiyet’in
sosyal yönüne örnek verebileceklerimizden yalnızca birkaçı. Peygamber
Efendimiz’ in (Sallallahu Aleyhi
Vessellem) kuvvetli sünnetlerinden biri de davet edildiği yere icabet
etmesiydi. O zengin fakir, ergin çocuk, büyük küçük hiçbir daveti küçümsemez,
imkanları nispetinde hepsine iştirak etmeye çalışırdı. Öyle ki “Müslümanın
Müslüman kardeşi üzerindeki hakkı” sayılabilecek ve davet sahibinin ricası
üzerine nafile orucun bile bozulmasında bir beisin bulunmayacağı ölçüde önem
atfettiği sünnetlerinden biri olarak günümüze kadar geldi. Kıyamette
çokluğumuzla övüneceğini söylediği biz ümmetinin de, Şeriata aykırı bir durumun
bulunmadığı her davete şartlarımız ve zamanımız ölçüsünce icabet etmemiz
gerekmekte sevgili kardeşlerim
“Biriniz bir düğün yemeğine davet edilirse,
böyle bir davete icabet etsin.” Hadis- Şerif (Müslim, Nikâh, 97-98).
“Her kim davete icabet eylemez ise gerçekten
o Allah’a ve Rasûlü’ne isyan etmiş olur. Oruçlu olsa bile icabet eder ve duada
bulunur. Eğer oruçlu değilse yer ve dua eder. Eğer (özürsüz) yemez ise günahkâr
olur ve cefa etmiş bulunur.” (Müslim, Nikâh, 110)
3) Hapşırdığında Yerhamukallah Demek
İslam dini birbirlerine iyiliği emreden kötülükten
nehyedenlerin, birbirlerine hayrı ve hakkı tavsiye edenlerin, hayır duasında
bulunanların dinidir. Efendimiz’ in de (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurduğu
üzere;
“Nefsimi elinde tutan Allah’a
yemin ederim ki, bir kişi hayırdan kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi
için de istemedikçe mükemmel bir şekilde îman etmiş olmaz.” (İmam Ahmed b.
Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/113.)
Ayrıca melekler biz mümin kardeşimize ne dua edersek
“Allah sana on mislini versin” şeklinde dualarımızı bize iade ediyorlar. Tüm
bunlardan da anlaşılacağı üzere İslam Ahlakı müminlerin birbirlerine sürekli
fayda sağlamasını, birbirleriyle dost olmasını ve birbirlerine zincirleme
iyilikte bulunmalarını gerektirir. Hapşırdığında “Elhamdülillah” diyen din
kardeşimize “Yerhamukallah” yani “Allah sana rahmet etsin” diyerek hayır
duasında bulunmak din kardeşimize karşı vazifemizdir. Hapşıran kişi de yine
karşılık olarak “Yehdina ve yehdikumullah” yani, “Allah bize ve size hidayet
versin” diyerek mümin kardeşine hayır duasında bulunabilir. Bu silsileden amaç;
Müslümanlar arasında hamdı, şükrü, duayı yaygınlaştırmak ve canlı tutmaktır.
Her müminin ağzı din kardeşi için temizdir ve mümin mümine bu temiz ağızlarla
dua etmelidir.
“Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din
kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye
dua eder.” (Müslim, Zikir 86)
“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din
kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe,
yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘Duan kabul olsun, aynı şeyler sana da
verilsin.’ diye dua eder.” (Müslim, Zikir 87, 88)
4) Hastalandığı Zaman Ziyaretine Gitmek
Müminlere karşı en önemli görevlerimizden biri de hasta
ziyareti. Akrabalarımızın, komşularımızın, arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin
sıhhat ve afiyetleriyle ilgilenmek onları önemsediğimizin en büyük alametidir.
Hastalandıkları zaman yanlarında olduğumuzu hissettirebilmek, onlara bu
sıkıntılı zamanlarda destek olup moral vermek, şifaları için El-Şafi’ den
yardım istemek, duacıları olmak Müslüman kardeşlerimize boynumuzun borcudur.
Unutmayalım ki merhamet etmezsek, merhamet göremeyiz. Aynı duruma düştüğümüzde
sevdiklerimizi etrafımızda görmek istiyorsak sağlığımızda bu güzel sünnetimize
sıkı sıkı sarılmalıyız.
“Kim bir hastayı akşam vakti ziyaret ederse
onunla mutlaka yetmiş bin melek çıkar ve sabaha kadar onun için istiğfarda
bulunur, Ona cennette bir bahçe hazırlanır. Kim de hastaya sabahleyin giderse,
onunla birlikte yetmiş bin melek çıkar, akşam oluncaya kadar ona istiğfarda
bulunur, Ona cennette bir bahçe hazırlanır.” (Ebu Davud, Cenaiz 7 (3098)
Yahudilerden bir çocuk Resulullah’ a (Sallahu Aleyhi
Vessellem) hizmet ediyordu. Bir gün hastalandı. Resulullah (Sallahu Aleyhi
Vessellem) onun ziyaretine geldi. Baş ucunda oturdu ve “Müslüman ol” buyurdu.
Çocuk yanında durmakta olan babasına baktı. Babası da “Ebu-l Kasım’a itaat et!”
diye emretti. Çocuk derhal müslüman oldu. Resulullah (Sallalahu Aleyhi Vessellem)
oradan ayrıldığı vakit şöyle diyordu: “Onu benim vesilemle ateşten kurtaran
Allah’a hamdolsun.” (Buhari, İlm 39)
Allah birine “ben hastalandım beni ziyarete
gelmedin” buyurur. O kimse, “Yarabbi seni nasıl ziyarete geleceğimi bilmiyorum”
deyince de “Falanca Müslüman hastalandığında ziyaret etseydin, beni bulurdun”
buyurur. (Müslim Birr 43)
“Hastayı ziyaret edin, aç olanı doyurun,
esiri kurtarın!” (Buhârî, Cihâd 171)
5) Öldüğü Zaman Cenazesine Katılmak
İşte Müslüman kardeşimize karşı son vazifemiz. Gerçek
dünyasına doğru uzun bir yolculuğa çıktığında onu uğurlamak, tekrar dirileceği
günü beklemek üzere onu toprağa iade etmek.
Her ne kadar cenaze namazı farz-ı kifaye olsa da,
sevdiğimiz insanların dünya üzerindeki son günlerinde onların yanında olmak , onları
berzah alemine uğurlamak din kardeşliği hakkıdır. Üzerlerindeki hakkımızı helal
ettiğimizi duymaları adına bizi orada görmek istediklerini unutmamalı ve bu
konuda gereken hassasiyeti göstermeliyiz. Hem ibret nazarıyla bakabilme hem de
mükellefiyetin düşmesi açısından Müslüman kardeşlerimizin cenazelerine azami
ölçüde katılmaya gayret etmeliyiz. Ayrıca kardeşimizi sorgu sualde yalnız
bırakmamak adına Bakara Suresini okuyabilecek bir süre kadar başında beklemek,
affı ve sorgu sualin kolaylığı için istiğfar ve duada bulunmakta İslam
kardeşliği adına yerine getireceğimiz son görevlerimizdendir.
“Bir müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a
şirk koşmayan kırk kişi katılırsa, Allah bunların onun hakkındaki şefaatini
mutlaka kabul eder.” (Müslim Cenaiz 59, 948)
“Bir müslüman ölür ve üzerine müslümanlardan
üç saf namaz kılarsa, Allah şefaati mutlaka vacib kılar.” Hadis ravisi Malik
(R.A) “Cenazeye katılanlar az olursa, bu hadis sebebiyle cemaati üç safa taksim
ederdi.” (Ebu Davud Cenaiz 43, 3166)
Allah-u Teala ve Tekaddes Hazretleri, son nefesimizi
kabzetmeden önce kendisine ve kullarına olan tüm hakların ve borçların iadesini
nasip eylesin İnşallah